Biz buy anayasa değişikliğine Türk milletinin bir ferdi olarak karşıyız. NEDEN. Bunu defalarca yazdık. Ama bir kere daha üstüne basa basa yazalım ve AKP'li dostlarımız da bizi anlasınlar. İnsanlar asındaki ortak nokta günde 3 defa acıkmaları sofra kurmalarıdır. Siz Anayasanıza bu sofraya dokunulamaz sofradan yiyecek ve içecek alınamaz. Maddesini yazmazsanız ne yazarsanız yazın o bir Anayasa olmaz. 14 Mayıs 1950 tarihinden itibaren bu anlamda Türkiye’de Anayasa yoktur. Bu kadar açık bu kadar iddialı olan bu görüşümüzü neye göre yazıyoruz. 14 Mayıs 1950 den sonra hiçbir gün hiçbir Tarih gösterilemez ki insanların ceplerinden paraları sofralarından yiyecek ve içecekleri alınmasın. Bunu neye göre yazıyoruz. Bunu da şuna göre yazıyoruz 14 Mayıs 1950 den sonra hiç bir gün yoktur ki paramız düşman paraları tarafından ezilmemiş piyasamız zamlanmamış olsun. İşte böyle bir ülkede Anayasa yoktur denilir. Anayasa olmayınca karmaşa ve Anarşi vardır. Bu anayasa değişiklikleri de bu kötü gidişe parmak basmadığından Referanduma sunulan Anayasa değişikliklerine karşıyız. Ne kadar karşıyız herkes kadar Nasıl karşıyız herkes gibi. Ne kadar karşı olacağız bu acı gidiş düzelinceye kadar. Peki diyeceksiniz ki Anayasayı nasıl değiştirelim. Kısaca onu da yazalım.
Değiştirilecek Birinci maddemiz Anayasamızın 166. Maddesidir. Bu madde zamları açık bütçeleri yasaklayan maddemizdir ama açık seçik yazılmadığından 11 Kasım 1938 de bir ABD doları 80 kuruş iken, bugün bu değer ortalama 3.700.000 TL dir. İşte bu acı yükselişi önleyecek şekilde bu madde yeniden düzenlenmelidir
Halen yürüklükte bulunan Anayasamızın 166 maddesine göre bütçe kanunlarında ve kalkınma planlarında uyulacak esaslar şunlardır
Milli tasarrufu ve üretimi arttırıcı
Fiyatlarda İSTİKRAR ve dış ödemelerde dengeyi sağlayıcı
İstihdamı geliştirici ve yatırımlarda toplum yaralarını gözeten
Kaynakları verimli şekilde kullanmaya özen gösteren özellikler taşımalıdır.
BU kadarına dahi uyulmadığından bu gün bu acıların TIR filolarına dahi sığmayacak bir karmaşa içindeyiz.
Peki, bir bütçe kanunu yaptık bu hususlara uymadık bütçe kanunu Cumhurbaşkanımız sunuldu. Cumhurbaşkanımızın bu kanunu yeniden TBMM ne göndererek tekrar görüşülmesini isteyebilir mi? HAYIR. Neye göre Anayasamızın 89. Maddesi diyor ki      “ Cumhurbaşkanı Kısmen veya tamamen uygun bulmadığı kanunları bir daha görüşülmek üzere bu husustaki gerekçeleri ile birlikte TBMM geri gönderir. Bütçe kanunları bu hükme tabi değildir.”
Bu fıkra oraya sinsi sinsi dâhili ve harici bedhahlarca yerleştirilmiştir. Acilen bu maddelerin değiştirilmesi gerekir.  Çünkü Anayasal ilkelerimize aykırı olarak yapılan Bütçeleri Cumhurbaşkanımızın VETO edememesi ulusal egemenliğe  ve Cumhurbaşkanlığı makamının  yüceliğine hiç uymamaktadır.Soframızdan yiyecek ve içeceklerimizi ceplerimizden paralarımızı almaya kerhen de olsa izin veren ve bunun veto etmeye Cumhurbaşkanımızın yetkisi bulunmayan bir Anayasaya Türk milleti ve Türk Milletinin hiç bir ferdi “EVET” diyemez kimse kusura bakmasın
 
________________________________________
Osmanlı Hanedanı Torunları faaliyetteler.
Okul açmamak, fabrika kurmamak, yol yapmamak, saraylarda paraları yemek, israf içinde ahlak kuralları dışında yaşamak. Düşmanlardan kayıtsız şartsız ve sınırsız  borçlar almak vs. Osmalının 1600 ve 10 Ağustos 1920 arasındaki icraatlarının özetidir. 5. kuşaktan torun Nilhan Osmanoğlu diyor ki: Sultan II. Abdülhamid'in torunu Nilhan Osmanoğlu, referandum için “evet” dediğini belirtti, “Kılıçdaroğlu diyor ya, 'Neyinize yetmedi parlamenter sistem' diye. Bizim canımıza yetti parlamenter sistem artık" diye konuştu. Nilhan Osmanoğlu bilgisizliğe dayanan densizlik yapmaktadır. Eleştiriye cevap yazmaya bile değmez.
Eğitim Programlarında Oynamak Eğitime de Türk Milletine de saygısızlıktır.
MEB lığı yeni Müfredat Programı hazırlamış ve bu programı eleştiriye açarak Türk milletinin düşünce ve katkılarını istemiştir. Biz katkılarımızı Maille sunduk. Şimdi de Türk Milletine arz ediyorum.
“Bu gün yürürlükte bulunan  eğitim programı ilkeler düzeyinde yanlıştır. Türkiye Cumhuriyetinin eğitim programı ebedi Başkomutanımız Atatürk tarafından ifade edilmiştir. Bu ilke şu şekildedir. "Yetişecek gençlerimize vereceğimiz eğitimin sınırı ne olursa olsun evvela onlara Türk milletinin anasırına düşman unsurlarla mücadele lüzumu öğretilmelidir.
" Yüce dinimizin eğitim ilkeleri ise şöyledir. " Bilim Çin'de bile olsa gidin alın" ve "beşikten mezara bilim okuyun". Şimdi bu ilkelere uygun bir eğitim verilmemektedir. Kur’an’ı Kerim'in bu konudaki emri ise daha vahim bir şekilde 1600-1920 arasında ihlal edilmiştir. Bu sürede Yüce Kur’an’ımızın "OKU" emri hiç uygulanmamıştır. 1920 ye geldiğimiz zaman Erkeklerimizin %8 Kadınlarımızın ise %3 oranın da o da Arap harfleri ile okuryazardı. Atatürk eğitimde iki ana ilke belirlemiştir.
1-      Okuryazarlık oranımızı en az düşmanlarımızın düzeyine yükseltmek
2-      Edinilecek bilgi düzeyini de en az düşmanlarımızın aldıkları bilgi düzeyine eriştirmek
. Bu açılardan baktığımız zaman ilkeler düzeyinde yanlış olan müfredat programını ele alarak eleştirmek boşuna bir çaba olur.  Onun için diyoruz ki:
En az düşmanlarımız kadar okumalıyız.                                             
En az düşmanlarımızın bilgi düzeyine milletimizi yükseltmek için okutmalıyız. 
İşte Atatürk gününde eğitimin amaçları bunlardı. MEB lığının  müfredat programının esasları   bunlar değildir. Ya nedir. Düşman ilerlemesini anlayamayacak ona karşı koyamayacak nesiller yetiştirmek. Bu tezimizin doğruluğunu günlük hayatımızda yaşamaktayız. Atatürk gününde 80 kuruş olan bir ABD doları bu gün itibari ile 3.683.000 TL ye yükselmesine karşın bu yükselmeye itiraz edecek DENK bütçe ile düzeltilmesini isteyecek " Fikri hür irfanı hür vicdani hür" nesiller ve gençlik yetişmemiştir.
Eğer Anadolu topraklarında ilelebet yaşamak istiyorsak Eğitimimizi ana ilkelerine döndürülmesinden başka çıkar yol yoktur. Biz buna Kuvayı milliye dilinde” laik eğitim”
diyoruz.”