Ali Şeriati'yi tanıdığımda pek heyecanlanmıştım. İşime gelen muhalif tavrıyla, sosyalistmiş gibi
Sunduğu çözüm önerileriyle, zengini huzursuz eden bakış açısıyla, mazluma dinini sormayan,
dinin pek âlâ afyona dönüştürüldüğü tavrı ve savıyla, pek sevmiştim.
Hele hele baya dindar/dinci/muhafazakâr, şeriat isteyen, taşlama, kol‐bacak kesmeyi
planlayan abiler, amcalar, arkadaşların: o'na, “Müslüman bile değil ki!” edasıyla
yaklaştıklarını da görünce, duyunca, “ tamam dedim, adres bu! Ve ya adreslerden biri bu!”
Hâlâ ordan su içer ve ekmek yerim.
İran'da Sünnilikle, Suudi Arabistan'da Şialıkla suçlanması, Fransa'da anarşist görülmesi,
ülkemizde itibar görmemiş olması, yolunun ne kadar da sırat‐ı müstakim olduğunu
gösteriyor.
Yahu hakan! ne diyorsun? Ne demeye getireceksin? Aliymiş, Şeriatîymiş! Sıratı anladık da,
müstakim falan...
Aslında gözü bu satırlara değen çoğunuzla, Ali Şeriatî'nin başına gelenler benzer.
İlkeli duruşunuzla, kararlı tutumlarınızla dost bildikleriniz ve düşman belledikleriniz
tarafından aynı konuda veya şekilde/içerikte –ender de olsa‐ suçlanmadınız mı? Şüpheyle
yaklaşıldığı olmadı mı? Aileyi dağıtmaya çabalayan üvey evlat muamelesi gördüğünüz, içimize
sızmaya mı çalışıyor?, ne işi var bunun burada? Edalı, düşman bakışı başınıza gelmedi mi?
Gelmiyor mu?
Evet, geldi. Geliyor. Aman gelmeye devam etsin. Aksi halde menfaatçi, tembel/tenper, pasif,
teslimiyetçi, gamsız olma ihtimalimiz var.
Geleyim kendime:
Polis Akademisinin ve Kolejinin kapatılmasına karşı sürdürülen medenî mücadeleye, Lenin'i
de dahil edeyim dedim. Hem ironi olur, hem kasten pasif duranlar, kavgaya girer umudum
vardı. Hem de Lenin'in türkü ve polislik mesleğini seven/önemseyen bir mü'min olduğunu
teyiden arz etmiş olacaktım:
Buydu paylaştığım tivitırda!
Polis Akademisinin kapatılması neticesinde mağdur olacak ve tivitırda çarpışan 1 kul:
“afedersiniz ama, siz bizden bi ayrılsanız, gitseniz, bizim derdimize ortak olmasanız!” diye
yazdı. Öncesinde epey paslaşıyorduk. Dijital bir saygı vardı. Ama şu üstte, resmini
gördüğünüz gomünist aramıza girdi.
Tivitimin kastı şuydu:
Devleti şirket, halkını da müşteri gören iktidar, sermayenin iktidarıdır. Herşeyi meta olarak
görür ve onu satar, metayı nema yapar. Bu kadar sade ve basitti.
Acıdım, bana “afedersin ama” yaklaşımı da çok sevimliydi. Beni red ediyor, istemiyordu.
Ermeni gibi, türk gibi, kürt gibiydim nazarında.

Aynı gün, aynı konuda üstteki 2 fotoğrafla, bir cümlemi paylaştım yine tivitırda.
Bu gözaltıları makul gören polis akademisi öğrencilerinden biri: ”aramıza fitne sokma!, ne
alakası var? Polis Kolej ve Akademisinin kapatılacak olmasıyla, bu gözaltıların?!”
Okulumuzun kapanmaması için bize destek olma kardeşim! Diyen bir anti‐komünist. Ve
saçma gözaltıları, münasip bulan –muhtemelen ulusalcı‐ genç!
Üzüldüm onların tavırlarına, acıdım biraz da. Şahsî gelecekleri karanlıktı.
Ali Şeriatilerin, Hallacı Mansurların, Ozanların, Aydınların, yazanın‐çizenin, edebiyle
oturmayanın başına gelenlerin miniciğinin, başıma gelmesi, benim için doğru yol işaretiydi.
Dünya yansa/yıkılsa bir araya gelmeyecekler, size karşı bir araya geliyorlarsa; hele hele
birbirlerinden habersiz bir şekilde sizi aynı cümlelerle kırıyorsa: bilin ki doğru yoldasınız
dostlarım.
Ama başınıza böylesi tepkiler gelmiyorsa: ya durduğunuz yerde, ya da tutum ve
beyanların/mızda yanlışlık var demektir.
Saygılarımla

.