Eğitim Sen Ordu Şubesi, Gazze'deki savaş suçlarına karşı güçlü bir tepki gösterdi. Eğitim Sen Şube Başkanı ve KESK Dönem Sözcüsü Nursen Kaymaz, devletlerin kendi savaş suçlarından kaçınmak için başka ülkelerin işlediği savaş suçlarını görmezden geldiğini ve normalleştirdiğini belirtti. Kaymaz, son günlerde bir İsrailli Bakanın Gazze’de açlıktan ölmeleri "normal" olarak nitelendirmesinin bu yaklaşımın en son örneklerinden biri olduğunu ifade etti.
Yaşar Kemal’den “Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa, şimdi en güzel şiir, barıştır.” sözlerine yer veren Kaymaz şu açıklamayı yaptı:
Üretim ve sermayenin yoğunlaşması, merkezileşmesi, tekellerin ortaya çıkışı, banka ve sanayi sermayesinin iç içe geçmesi, sermaye ihracı, yayılmacılık, silahlanma yarışı gibi gelişmeler Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarıyla sonuçlanmıştır.
1 Eylül 1939 günü Nazilerin Polonya’yı işgaliyle başlayan, insanlık tarihinin en acımasız, en kanlı ve en kirli savaşı olan, büyük çoğunluğu siviller olmak üzere milyonlarca insanın ölümü ile sonuçlanan II. Dünya Savaşının üzerinden 85 yıl geçti.
Ne yazık ki emperyalistler hala aynı barbarlık, gaddarlık ve acımasızlıkla yeni savaşların, çatışmaların, kutuplaşmaların önünü açıyorlar. Maalesef bugün öyle bir tehlikeli boyuta ulaşmıştır ki, 2. Dünya Savaşı sonrası bir daha yaşanmasın diye alınan tedbirlerden olan “savaş suçları” bugün dava konusu dahi yapılamamaktadır! Devletler kendi savaş suçları gündeme gelmesin diye bir başka ülkenin işlediği savaş suçlarını görmezden gelmekte, normalleştirmektedirler. Yakın günlerde bir İsrailli Bakanın Filistin halkının abluka altındaki Gazze’de açlıktan ölmelerinin normal karşılanması gerektiğini açıklaması bunun son örneklerinden olup toplama kamplarının ve gaz odalarının yeni biçimler alarak devam ettiğini göstermektedir. Bir diğer örnek savaşta dahi hedef olmaması gereken sağlıkçıların, gazetecilerin öldürülmesi ve uluslararası kamuoyunun buna sessiz kalışıdır.
Öte yandan savaşın olduğu coğrafyalarda insanlığın tüm kazanımları yok edilirken tecavüz, işkence işgalci güçlerce yaygınlaştırılmaktadır. En temel ihtiyaçların dahi karşılanamadığı şartlarda yoksullaştırılan halkların açlık, susuzluk ve beraberinde gelen bulaşıcı hastalıklarla baş etmek zorunda kalması en çok çocukları ve kadınları etkilemektedir.
Gazze’nin boşaltılması sırasında yaşananlar insanlığın utanç görüntülerine bir yenisini eklemiştir. Savaşın çıkmasında hiçbir rolü olmayan coğrafyanın emekçi yoksul halkları sürgün yollarında tarifsiz acılar yaşamakta, sığındıkları ülkelerde insanlık dışı şartlar nedeniyle yaşayan ölüler haline gelmektedirler. Ortadoğu’da son yirmi yıldır yaşanan çatışmalarda, insanlık tarihi ve mirasının en önemli kültürel, arkeolojik eserleri de yok olmakta, telafisiz bir yıkımı meydana getirmektedir.
Ülkemizde ise 31 Mart seçimleriyle iktidar gücünü kaybettiği açığa çıkan AKP-MHP iktidar bloğu, meşruiyet krizini siyasal ve ekonomik baskıyla kapatmaya çalışırken, faşizmi kurumsallaştırma adımlarını devam ettiriyor. Hukuksuzluklarla, gerici kuşatmayla var olmaya çalışıyor.
Diğer yandan grev yapan işçinin, birçok şehirde traktörüyle eylem yaparak sesini duyurmaya çalışan çiftçinin, hayvan katliamını önlemeye çalışan hayvan severlerin, meslek onuruna sahip çıkan eğitim emekçilerinin, tacize ve şiddete karşı eşitlik ve özgürlük mücadelesi yürüten kadınların, nefrete karşı yaşam mücadelesi veren LGBTİ+’ların, açlık sınırının çok altında bir maaşa mahkum edilen emeklilerin, astronomik rakamlardaki eğitim masraflarına karşı eylem yapan öğrencilerin, ağacına, suyuna, ormanına, toprağına sahip çıkan çevreci yaşam savunucularının taleplerini karşılamak yerine karşılarına güvenlik güçlerini dikiyor.
Üyesi olduğumuz Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) tarafından hazırlanan Küresel Haklar Endeksi’ne göre Türkiye sendikal hak ve özgürlüklerin en kötü durumda olduğu 10 ülke arasında yer almaktadır. Türkiye’nin bu endekste yer alması sistematik ve örgütlü baskıların, politikaların sonucudur. Nitekim AKP iktidarı tüm dünya 1 Eylül vesilesiyle barıştan, demokrasiden, özgürlük ve eşitlikten yana söylev ve taleplerin yükseldiği bir günde, 1 Eylül 2016 gecesinde, yayımladığı 672 sayılı KHK ile sorgusuz sualsiz şekilde 50 bin 875 kamu görevlisini ihraç ederek adeta kamu emekçilerine savaş açmıştır. Ve o günden bu yana ihraç, açığa alma, adli ve idari soruşturmalar, gözaltı ve tutuklamalar, demokratik hakların kullanımı karşısında yasaklama ve fiili müdahaleler gibi her türlü zor ve baskı aracı artarak devam etmiştir. İktidar böylelikle 1 Eylül’e yeni bir gündem daha eklemiştir.
Geldiğimiz böylesi siyasi ve ekonomik zeminde ülkemizde, bölgemizde ve dünyada barışa olan ihtiyaç tüm yakıcılığı ile her geçen gün kendini daha fazla hissettirmektedir.
Dolayısıyla barış ve demokrasi talebi emek ve demokrasi güçleri için ekmek ve su kadar temel ihtiyaç haline gelmiştir.
1 Eylül Dünya Barış Günü vesilesiyle; emekçilerin ve ezilen halkların kendi hakları için yürüttükleri mücadelenin en temel başlığının BARIŞ olduğunun altını bir kez daha çiziyoruz. KESK olarak; tüm saldırılara, savaş ve kutuplaştırma, tek tip yaşam tarzı dayatmalarına karşın ısrarlı ve örgütlü, kararlı bir mücadele ile dünyada, Ortadoğu coğrafyasında ve ülkemizde, barışı savunmaya devam edeceğiz.
Adaletin, eşitliğin, kardeşliğin, laikliğin, paylaşımın, yardımlaşmanın, dayanışmanın, insanca bir yaşamın kalıcı hale getirildiği bir dünya ve ülke kuruluncaya kadar barış mücadelesinden bir an olsun vazgeçmeyeceğiz.