Hayata hep insan gözüyle bakıyoruz. Bir bitkinin, bir hayvanın, bir eşyanın gözüyle hiç bakmıyoruz. “Hadi canım kendimi hayvan yerine de koyacak değilim!” dediğinizi duyumsuyorum. Anlatma istediğim şu; farklı olmak ve farklı düşünmek istiyoruz ama maalesef bu konu hep askıda kalıyor.Örneğin; bir arkadaşımız kalbimizi kırdığında “kırılan bardak eski haline gelir mi?” diye soruyoruz. Bu yerinde bir benzetmedir. Peki, kırılan bardağı düşündünüz mü?
Hayata bir de kitap gözüyle bakalım.
“Kapağıma baktın. Resim çok cazip geldi. Hemen arka kapağı çevirdin. İçimdekileri merak ettin. Tereddüt ederek satıcımla fiyatımda anlaştınız. Beni aldın. Artık seninim. Çantanda bana da yer verdiğin için teşekkür ediyorum. Evine geldik. Odan çok güzelmiş. Beni hangi köşesine koyacaksın? Bana sorarsan yastığının altına kıvrılabilirim. Sorun olmaz. Hep yanında dururum. Sana yakın, sırdaşın, dostun olurum. Evet! İşte beklenen an geldi. Bir fincan kahve ve ben. Beni okuyacaksın. Benimle bilmediğin diyarlarda gezinip, bilmediğin dostluklar kuracaksın. Belki de âşık olacaksın. Kâh gülüp, kâh ağlayacaksın. Yer yer kırılabilirsin bile kim bilir?”
“Beni okuyorsun. Bilinmezliklerimi çözmeye çalışıyorsun. Sayfalarımda geziniyorsun. Maceradan maceraya atılıyorsun. İki aşığın kavuşması için can atıyorsun. Şeytan yeminini kim etti? Bulabilecek misin? Hadi keşfe çıkalım. İzmir Alsancak kordon boyu geziyoruz. Hava sisli. Hem de bu mevsimde. Yağmur, bastırdı bastıracak. Şemsiye de almadık. Islanalım… Yalnızlık akıp gitsin saçlarımızdan. Bütün dertleri, sıkıntıları atalım içimizden. Huzura erelim.”
“Kahven bitmiş. Sakın bırakma beni! Ya da çabuk dön yanıma. Sayfamı kıvırma. Canım acıyor. Lütfen. Gitme dedim gittin. Yarım kaldım. Daha anlatacağım çok şey vardı sana…”
Yarım kalışlar, bırakılışlar. Tıpkı insanlar gibi değil mi? Söz verip yerine getirmediğimizde ya da bize verilen sözde durulmadığında kitap gibi yarım kalmaz mıyız? Kırılırız. Yüreğimiz incinir. Asla affedemeyiz birbirimizi. ‘Söz vermiştin’ler ‘neden’ler arasında sıkışırız.
Yarım kalınmışlığa bir de kitap gözüyle bakalım. “Bıraktın beni. Oysa ne çok hayal kurmuştum seninle ben. Başucu kitabın olacaktım. İçimde tuttuğum tüm duyguları sende yaşayacaktım. Daha beni almadan söz vermiştin. Beni merak ettin. Biçilen pahayı ödedin. Şimdi yarıda bırakıp gittin. Neden?” Bir şans daha istenir her zaman. Karar vermek güçtür. Eğer bir şans verirsek yaşadığımız ve yaşanacak olan tüm duyguları aktarabiliriz. Soyut düşüncelerimizi somutlaştırma çabasına girer, hak iddia ederiz ve karşımızdakinin şanssızlığı bizim şansımız olur. Son bir şans vermişliğe bir de kitap gözüyle bakalım.
“İşte geldin. Biliyorum beni bırakmazdın ve yanılmadım, yanıltmadın beni. Sonsuz teşekkür ediyorum. Kaldığımız yerden devam ediyoruz. Sorun denen kavramı literatürümüzden sildik. Silkindik kendimize geldik. Martılara simit attık. Yüzümüze masum bir tebessüm konduruverdik. Evin yolunu tuttuk. Posta kutusu okunmamış onlarca mektuba ev sahipliği yapıyor. Aramızda kalsın pek misafirperverdir. Sıcak bir kahve alıp telesekreterdeki mesajları dinliyoruz. Şaşırıyorum bu sekretere; çok sakin bir ses tonu var. Oysa mesajı bırakanlar bayağı gergin duyuluyor. Bitmeme son on sayfa kaldı. Hala şeytan yeminini kim etti bulamadık. Biraz daha merak kötü olmaz diye düşünüyorum. Ama en iyi arkadaşından bunu beklemiyorsun. Gerçekler işte böyle çıkıverdi karşımıza. Çocukluk arkadaşın şeytanın esiri olmuş. Sen azılı bir katil arıyorken onun, burnunun dibinde olması ne kadar zor bir durum olsa gerek. Ve son sayfam. Bitiyorum. Seni hayal kırıklığına uğrattığım için üzgünüm. Lakin sen de beni üzmüştün.” Son şanslarda intikam yemini kaplar içimizi. Öç alma duygusu içimizi kemirir durur, bir saniye bile bizi yalnız bırakmaz. Ta ki; planladığın tuzak sona erene kadar. Bir daha o kişiyi görmek dahi istemezsin. Kazara gözün kaysa başını çevirirsin. O hala suçludur. O hala hatalıdır. Sanki son günlerini yaşıyorsun da onun senin mutluluğunu bozmasına izin vermiyorsundur. Son günlere bir de kitap gözüyle bakalım. “Bittim. Bitirdin beni. Bir kenara koydun. Koyduğun yeri bile unuttun. Üzerim tozlanmaya başladı. Bu kötüye işaret. Hastalanacağım ve öleceğim. Bazı sohbetlerde adım geçecek: ‘Ah evet! Ben onu okumuştum.’ diyeceksin. Konu bitecek. Başka muhabbetlere ışık tutacaksınız. Ben hala üzeri tozla örtülü bir biçimde soluk alıp verişlerime devam edeceğim. Beni bir daha okumayacaksın. Biliyorum, çünki; siz okuduğu kitabı tekrar okumayanlardansınız. Hâlbuki her okunuşta farklı izlenimler kazanacağınızı bilmeden savrulup gidiyorsunuz. Siz savrulurken bende açtığınız yara hiçbir zaman kabuk tutmayacak. İnce ince kanayacak. Canını yaktım sandığınız arkadaşınızda açılan yara gibi…”
Bir ihtimal daha vardır. Kitabı bir köşeye bırakmak yerine sahip çıkıp sürekli okunmasını sağlamaktır. Devir daim içerisinde arkadaşlarınızla aranızda kitap alışverişi yaparsanız; hem kitap üzülmez hem de unutulmaya yüz tutan eserleri canlandırmış olursunuz. İyilik yapmış olursunuz. İyi insan olursunuz. Biri size karşı sözünde durmadıysa, ona karşı bilenmek yerine affedici olmayı deneyin. Bilirsiniz kırılan bardak eskisi gibi olmaz. Hafif izler kalır. Eğer sizin asıl düşünceniz kalbinizde iz kalmaması ise zaten o kişiye kırılmazsınız…