Öcalan; 21 Mart 2013 Nevruzunda Diyarbakır'da, yüzbinlere okunan mektubuyla, silah bırak çağrısını yaptı.
25 Nisan 2013 tarihinde de PKK; Türkiye'den çekileceğini ilan etti.
Bunları hatırlıyoruz.
3 Ocak 2013-14 Mart 2015 tarihleri arasındaki, İmralı Tutanakları ‘Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa (İmralı Notları)' adıyla Mezopotamya Yayınlarından basıldı. Kitap henüz Türkiye'de satışa sunulmadı.
Radikal'den Ezgi Başaran'ın 3 günlük yazı dizisi ve ANF News'de Amed Dicle imzasıyla yayınlanan köşe yazısı sayesinde; Kitab'ın içeriğine kısmen de olsa vakıf olabiliyoruz.
Bu metinlere; -halen- düzeltme, tekzip, yalanma, sitem şeklinde bir hareket yok.
Kitab'a konu olan İmralı toplantıların tarafları: Öcalan, Kamu Güvenliği Müsteşarı, DBP/HDP.
Paylaşmak istediğim, bilginize sunmak istediğim kısımlar var. Buyrun başlayalım:
"...
Tarih 7 Aralık 2013
Katılımcılar: Devlet yetkilisi (isim hiç bir zaman belirtilmiyor -eb), Pervin Buldan, İdris Baluken, Sırrı Süreyya Önder ve Abdullah Öcalan.
Pervin Buldan: Hakan Fidan’la görüştük. Sizinle yaptığımız toplantıdan bir gün sonra onun talebi üzerine bir görüşme oldu. Genel olarak süreci değerlendirdik. Kandil ve Salih Müslim’den bazı rahatsızlıklar olduğunu ifade etti. Kandil’in kullandığı dil ve uslübün ve Salih Müslim’in Türkiye aleyhine yaptığı açıklamaların zorlayıcı olduğunu ifade etti.
Öcalan: Cuma meselesi mi? (Cemil Bayık’tan bahsediyor – eb)
Sırrı S.: Sadece Önderliğin kuracağı cümlelerin Kandil tarafından kurulmaya başlandığını bunun da devlet içinde muhataplık meselesini tartışmaya açtığını ifade etti sayın Fidan.
Öcalan: Evet, değerlendiririz. Hakan Bey bu işleri ustaca bilir. Cemil bazı şeylere dikkat etsin. “Müzakere başlar, biter” cümlelerini ben söyleyebilirim. Duran da (Kalkan), Cemil de (Bayık) bunları kullanmamalıdır. Siz de onlarla tartışın. Kendi sınırları dahilinde yorumlar yapsınlar. Benim kullanacağım cümleleri kullanmasınlar.
..."
Kandil'i Öcalan'a şikayet etme alışkanlığı epeydir var sanırım. Tutanak'tan devamla, bakın neler diyor?
"...
Öcalan: Kandil’e şunu söyleyin: Cevap yoksa, Ocak’tan itibaren sekiz başlığı hayata geçirin. Nasıl yaparsanız yapın, yaratıcı olacaksınız. Öcalan’ı uğraştırmayın, öz savunmayı da doğru yapın. Bu öyle şehirlerde her gün çatpatla olmaz, anlamlı değil. Halkı da bıktırmışlar. Yapacaklarsa doğru yapsınlar.
..."
Neyi doğru yapacaklarını anladınız, değil mi?
"...
Tarih: 26 Nisan 2014
Katılımcılar: Devlet yetkilisi, Pervin Buldan, İdris Baluken, Sırrı Süreyya Önder, Abdullah Öcalan.
(Not: Mart 2014 yerel seçimlerin sonuçları değerlendiriliyor, HDP’nin başarısız olduğu il ve ilçeler üzerinden geçiliyor. –eb)
İdris Baluken: Bizden kaynaklı bazı yanlışlar vardı. Bazı yerlerde yerelden aday gösterilmemesi oy kaybettirdi.
Öcalan: Kim belirledi bunları?
Baluken: Seçim komisyonunun çalışmalarıyla belirlendi.
Öcalan: Kimdir bu seçim komisyonu? Kandil tarafından mı belirlendi, yoksa siz mi belirlediniz?
Sırrı S.: Kandil belirledi.
Öcalan: Tamamıyla mı onlar belirledi? Parti meclisinde belirlenmedi mi bu komisyon?
Pervin B: Hayır, Parti Meclisi’nde ya da MYK’da belirlenmedi.
Öcalan: Böyle şey olur mu? Siz niye müdahale etmediniz? Devrimci cesaretiniz yok mu? Beni niye uyarmadınız?
Sırrı S.: Başkanım, yaşanan sıkıntıları size iletmiştik. Siz de Seçim Komisyonuna yönelik ağır eleştirilerde bulunmuştunuz.
Öcalan: Ona rağmen mi dikkate almadılar?
Baluken: Onlar da gerekli tedbirleri alacaklarını söylemişlerdi. Ancak Seçim Komisyonu buna rağmen BDP, DTK eşbaşkanlarıyla, parti meclisi ve MYK ile birlikte bu süreci ortaklaştırarak yönetmedi.
Öcalan: Kimdir bu seçim komisyonundakiler? İsim verin bana.
Heyet: (Sessiz kaldı)
Öcalan: Korkmayın, tek bir isim istiyorum.
Heyet: (Yine sessiz kaldı)
Öcalan: Kim yaptı bu işleri? Sorumlusu kimdir? Bütün sorumlusu Kandil’dir. Kandil’e deyin ki, kim yaptıysa bu işleri onun gözünü oyacağım. Kandil karışmayacak bu işlere! Kandil yazılarında bana çok bağlı görünüyor ama pratikte öyle davranmıyor. Bu böyle olmaz! Ne BDP ne HDP adına bu yapılamaz. Ders çıkaracak ve çok şiddetli özeleştiri verecekler. Ben devlete de söylüyorum, benimle iş yapacaksanız, benimle ciddi konuşacaksınız diyorum. Sizin de daha cesur olmanız lazım. Ben size benim adıma müdahale edin demiştim. Benim yetkilerimi kullanmalısınız demiştim. Selahattin’e de bunları söylemiştim. Selahattin de buradan gittikten sonra 24 saat bile geçmeden bu dayatılanlara boyun eğiyor. (Pervin ve İdris’e dönerek) Kandil’in bana karşı bir tavır alma durumu olabilir mi? Gözlemleriniz nelerdir?
Buldan ve Baluken: Böyle bir durum yoktur, aksine hepsi size çok bağlılar, biz bunu gözlemledik.
..."
Heyet'in Partili kısmı aslında; Kandil'le , Ada arasında kalmış, değil mi? İsim vermekten nasıl çekiniyorlar! Ve tüm belediye başkan adayları Kandil'den. Vay be!
"...
Abdullah Öcalan’ın 9 Kasım 2013’teki görüşmesinde geri çekilme ve ABD’nin rolüyle ilgili şöyle tartışıldı:
Pervin Buldan: Selahattin Bey, AKP’nin sürece ve Rojava’ya yaklaşımının sıkıntılı olduğunu ve bir gelişmenin olmadığını söyledi. Ayrıca ABD’de bir haftalık görüşme ve temaslarda bulunulmuştu. ABD’nin süreci önemsediğini, gözlemci olma taleplerine Türkiye’nin sıcak bakmadığını aktarmışlar.
Öcalan: Türkiye bu konuda tutucu olmamalı. Olası bir tehdidi önlemek için ABD ve CIA ile oturulabilir. ABD de dahil edilebilir. Tehlike ve komplo ABD’yi dahil etmekle önlenebilir. Selahattin’e ulaşmış olmaları önemlidir. Selahattin beyin kendisi Hakan’la temasa geçebilir.
..."
Hakan.
"...
Öcalan: Erdoğan şu anda kitle içerisindeki popülarite ile götürüyor. Popülariteye çok güvenmesin, geçicidir. Kalıcı olması için bizimle işbirliği yapması lazım. Şimdi buna geçmemenin gerekçesi olarak diyorlar ki, Cemil Bayık sert konuşuyormuş. Ben de Haziran’da tavır değiştirmişim. Ben de dedim ki, doğrudur, tavır değiştirdim. Değiştirmeseydim, Hakan da Başbakan da şimdiye kadar gitmişti. Bundan sonra ABD’yi de dahil etmek lazım. Darbeyi bu şekilde önleyebiliriz. (Devlet yetkilisine dönerek) Burada devlet büyük Türk gururunu oynamasın. Yoksa Menderes gibi, Özal gibi götürürler. Çok sayıda generali var, generallerine güvenmesin. Onların yarısı zaten ABD ile temasta. Darbeyi, komployu önlemek için ABD’yi sürece davet etmek lazım. (Erdoğan için – eb) Suriye’yi kırmızı çizgi yapacağına, Barzani’yi kırmızı çizgi yapsın. Mursi ucuz kurtardı. Erdoğan 11 yıldır iktidarda ise bunda bizim de katkımız var. Erdoğan 11 yıldır üstüne yatıyor. Dört ay içinde anlamlı bir müzakere başlamazsa savaşı kimse önleyemez. Ben PKK’yi bu darbede rol almaması için, darbeden koruması için yapıyorum. Cemil’i (Bayık –eb) de bu nedenle uyarıyorum. Ama Cemil dürüsttür, ben ona güveniyorum. İran ajanları ortalıkta cirit atıyor.
..."
ABD'nin görüşmelere dahil edilmesi, darbe ihtimalini zayıflatmak için şart, Öcalan'a göre. Joe Biden'ın gelip-gitmesini de buraya yazalım.
Cemil Bayık'a hem güveniyor, ama İran'la olan hukukuna da imâ yapıyor, değil mi?
Bakın Öcalan 7 Aralık 2013 tarihli toplantıda neler demiş:
"...
Eğer müzakereye eviremezsek, anlamlı müzakereye geçmezsek, AKP eğer bununla oyalarsa karmaşık, kaotik, her tarafa giden ve yayılan bir çatışma ortamı doğar. Kandil’in bile belirleyemeyeceği bir çatışma çıkar. Bütün şehirlere yayılan büyük bir ayaklanma olur. Gerilla hamleleri, ekonomik hedeflere yönelme, suikastlar devreye girer. Bu defa halkın büyük kısmı da kaçmaz, gerillaya katılır. İkinci bir Suriye’nin eli kulağındadır. Bu uyarıyı son defa yapıyorum.
..."
Cemaatle ilgili düşünceleri, iddiaları, konumlandırması hiç şaşırtıcı değil. Bunları ve benzerlerini çok duyduk ve belki de bir kısmına iştirak ediyoruzdur. Veya hepsine itiraz.
Buyrun, Öcalan:
"...
Bugünkü asıl kavganın sebebi Cemaat’in MİT’in Kürdistan’daki ofislerini istemesidir. Ben çok önceden söylemiştim, devlet yetkilileri inanmamıştı. Şimdi onlar da doğruluyor. İki müsteşarı da götüreceklerdi (Emre Taner ve Hakan Fidan’dan bahsediyor –eb). Arkasında NATO ve ABD vardı. MİT kelleyi vermedi, direndi. Aferin dedim, bunlara karşı bir tek siz direndiniz. Genelkurmay başkanlarını bile götürdüler. (…) Bu paralel devlet yerinde durmuyor. Cemaat diyoruz ya, emniyetle bağlantılıdır. Süreci bitirmeyi hedefliyorlar. Hakkari’de daha önce de aynı şekilde on üç köylü öldürülmüştü. Hakkari’ye özel önem veriyorlar, çok örgütlüler. Bundan sonra da büyük provokasyon yapabilirler. Hepiniz provokasyonlara karşı uyanık ve dikkatli olun. (Öcalan bu sözleri tam o günlerde Yüksekova’da yaşanan bir gerginlik üzerine ediyor. MEYADER’in PKK’lilere ait mezarların tahrip edildiği gerekçesiyle bir basın açıklaması yapmak istemiş, ardından olaylar çıkmıştı. Polis ve göstericiler arasındaki çatışma sonucu 2 kişi ölmüştü. 7 Aralık 2013–eb)
1984, 85, 86’da Zaman ve Samanyolu TV kurulmuştur. Hocanın paraları yokken bunlar kuruldular. TUSKON vb. sermaye grupları devreye girdi. Hrant’ın öldürülmesi ‘Son Ermeni’nin’ bitirilme öyküsüdür. Ben burada devletin önüne geçtim. Cemaat KCK’yi vuran Özel Harp Dairesi’nin vurucu gücüdür. İlker Başbuğ’u tasfiye edenler Hakan Fidan’ı da, Emre Taner’i de rahatlıkla götürebilirlerdi. Savaşmadan kaybettiler. Devlet içinde iki tane akıllı insan çıktı: Emre Taner ve Hakan Fidan. Teslim olsalardı, Erdoğan gitmişti. Başbuğ’u böyle sessizce tasfiye ettikten sonra onları da götürürlerdi tabii. (11 Ocak 2014)
Bütün çabalarıma rağmen Sayın Tayyip’i Cemaat’ten uzaklaştıramadım. Darbe dinamiği var, burada büyük bir oyun var dedim. Tarih beni doğruladı. O darbeyi bu masa önledi. Başbakan’ı tümüyle kendilerine bağladılar. Bunlar MİT müsteşarlığını ve Kürdistan bürolarını istiyorlardı. Devleti tamamen ele geçirmek istiyorlardı. Bunlar amacına ulaşsaydı, Hoca da Humeyni gibi Ankara’ya inseydi, İran’daki gibi bütün muhalefeti bitiren koyu bir faşizm gelecekti. (…) Darbe dinamiğinde Cemaat’in ilk organizasyonu 12 Eylül’e dayanır. 12 Eylül’ün Ülkücüleri de Cemaat oluyor aslında. O dönemde Zaman, STV, gibi kurumları açıyorlar. Şia’ya altenatif birşey hazırlıyor, Fethullah ile ilişkiyi geliştiriyorlar. 85’ten sonra Özel Harp Dairesi tekrar canlandırılıyor. Bunu yapan emperyalist güçlerdir. Fethullah o dönem generallerle senli benlidir. (9 Mart 2014)
Biz bu devletin temel demokratik bir unsuru olmak istiyoruz. AKP de muhafazkar demokrat unit olmayı kabul etsin. Demokratik çözüm istiyorsanız demokratikleşmenin önünü açın. Emre’ler (Emre Taner’i kastediyor –eb) zamanında da KCK’yi bu şartla inşa ettim. Cemaat kokuyu aldı ve yöneldi. On bin kişiyi tutukladılar. (8 Şubat 2014)
..."
Şimdi daha net anlıyorum; bakanların, hakimlerin, savcıların, polislerin, başbakanın, cumhurbaşkanının müşterek referansının neresi olduğunu.
1 Haziran 2014'teki Öcalan'ın tesbitleri ise, neredeyse 1920'den günümüze değin geçen süreci aydınlatıyor!
Buyrun:
"...
Yahudi cemaatinin Mustafa Kemal-İnönü tezini Ermeni cemaati MHP üzerinden hayata geçiriyor. Gülen Cemaati bizi hep savaşa çekmek istedi. Her bir KCK tutuklaması savaşa çağrıydı. PKK’yi korkunç savaşa çağırmaydı. Emre Uslu vb. Onlar hep bunu yaptılar. İki tarafı kör savaş sürükleyenleri çözemezsek bunu yapamayız. Şimdi yeni bir paralel yapılanmayla karşı karşıyayız. Efkan Bey’e (Efkan Ala –eb) de söyleyin. Yeni bir paralel yapı örgütleniyor. Tarihin en postmodern darbesini bu üç lobi ve Cemaat planladı. Bütün bu kırımlardan sonra beni evcilleştirip ev hapsine almak istediler. Biz şu anda silahı bırakmayız. JİTEM, Gladio, koruculuk devrededir. Mevcut durum Anadolu’nun kadim barışına denk düşmez. Barışın ertelenecek hali yoktur. Biz gerillayı artık çekmeyiz, onlar tedbirlerini alırlar. Karakol, güvenlik barajları, sömürü fabrikaları olmaz. O güvenlik mekanizmasını Beşir Bey ve Efkan Bey bulacak.
..."
Cumhuriyeti kuran irade, varsın şu üst paragrafı okusun ve hazmetsin. Sonra da yazsınlar da okuyalım.
Aynı gün, yine çok yakın geçmişimiz aydınlanıyor!:
"...
Özal, Ecevit, Erbakan dönemlerinde de barış yaklaşınca olaylar oldu. İşte son Silvan olayında olayı yapan beş kişi var, adlarını bilmiyoruz, devlet de bilmiyor. Şimdi de Lice’de üzerimize asker yollanıyor, vurmaya zorlanıyoruz. Karakollar, kalekollar meselesi anlamsız gerginlik kaynağıdır. Barış savaş kadar zordur. Bizimkiler de sabretsinler. Tarihi aşamaya yakınız, sonuçlandıracağız. Umudu da eksik etmemek lazım. Günü gününe bizi izliyorlar. Paralelin paraleli de çıkacak.
..."
26 Haziran 2014'te şerh ettiklerine ve yürütmenin neyi neden yapması gerektiğine dair, ısrarcı tutumuna bakar mısınız?
Ben de kalkıp bu köşe yazısının başlığını: ERDOĞAN&ÖCALAN koymam mı?
"...
Beyaz Türkler de provoke ediyor. Gerilla halen dağdan inmedi diye bastırıyor. Tayyip de bunlara cevaben indireceğim diyor. Nasıl indireceksin? Hazırlık yapılmadan, demokratik ortam sağlanmadan gerilla gelirse siz de bitersiniz, o çok konuşan Sol da biter, devlet de biter. (…) Bu yasa devletin hayrı içindir, benim için değil. Anlamadıkları için de bu yasayı çıkarırken bile Hakan Beyi zorlamışlar. Bu kadar basit yaklaşıyorlar. Devlet de basit yaklaşıyor, PKK de. PKK de “Bunlar beni kandırıyor” şüphesini taşıyor.
..."
Neredeyse Eşbaşkan Abdullah Öcalan! Devletin hayrından söz ediyor!
Kabul; yazı çok uzun oldu. Ve hep alıntılar yaptım. Ama alıntı yapmaktan kendimi alamıyorum ki. Ben şuracığa ekleyim de, siz okumayın:
"...
Şimdi bu YDG-H benzeri dağınık yapılanmalar var. Gerilla mı, savaş gençliği mi, barış gençliği mi belli değil. Böyle olmaması gerekir. Kürdistan için Demokratik Gençlik Birliği yada Demokratik Gençlik Federasyonu öneriyorum. Bütün çatı örgütleri legalize edilmeli. Tüm Türkiye gençliğine ise Demokratik Gençlik Federasyonu öneriyorum. (4 şubat 2015)
Cizre’nin bir analizini yapayım. Cizre’de Kobani olaylarının bir versiyonu uygulanmaya çalışıldı. Emniyet içinde uyuyan Cemaatçi hücreler var. Efkan Ala, yaptığı açıklamarlar reddetti ancak pratik beni doğruladı. Ben birşeyler var dedim. Burada Hüdapar devreye girdi. Cizre ikinci Kobani oldu. Kobani’deki olay… Tüm belirtiler… 29 Kasım’ı hatırlayalım (Türkiye cephesinden Kobani’ye en yoğun saldırının geliştirildiği gün). MİT’in özel müdahalesi oldu. Zaten Kobani’yi o kurtardı. Ben ilk defa burada söylüyorum. Kobani üzerinden darbe mekaniği devreye konulabilir dedim. Bu olaylar darbe mekaniğini hızlandıran olaylardı. (…) 6-7 Ekim, 29 Kasım, Bingöl, yargısız infazlar, Yüksekova, Diyarbakır’da astsubayın vurulması aynı darbenin birer parçasıdır. Bizim bu üst aklı bulmamız lazım. Bu üst akıl kimdir? Ben değilim. HDP de değil. Selahattin Bey, hepsi gidiyordu. O mektup o akşam yazıldı ve provokasyon bozuldu. Ben olmasaydım 6-7 Ekim’le birlikte HDP kalmazdı. Arkasından, bilmiyorum kaç gün sonra Bingöl olayı oldu. Asıl yapanlar hala açığa çıkmadı. Aynı şey Hakkari Yüksekova’da da oldu. Diyarbakır’da bir astsubay ensesinden vuruldu.
(…) Roboski, Paris, 6-7 Ekim ve benzeri, bunların hepsi MİT’e yıkılmak isteniyor. Bunların hepsini Cemaat yapıyor. Paris’le ilgili dört MİT ajanının ismi verilmiş. Hakan Fidan ne kadar sorumludur, bunu tartışıyorlar. O grup MİT’e ait olsa bile Hakan Fidan ekibi onu yapmamıştır (4 Şubat 2015).
..."
9 Ocak 2015 tarihli tutanaktan şu sevimli ifadeleri de paylaşalım değil mi?
"...
Evet başbakanın niyeti ile ilgili bir şey demeyeceğim. Ancak çok romantik bir başbakanla karşı karşıyayız. Yeterince deneyimi yok ve yüzeysel yaklaşma durumu var. KGM’nin burada olması benim için de önemlidir. Demokratik özerklik nedir, açıklayacağız. Kamu güvenliğini açıklığa kavuşturacağız. Yerel özerklik, güvenlik nedir, bu konularda kavram ve kuram açıklığına ihtiyaç var. Kürt reformasyonu, demokratikleşme, yerel demokrasi, belediyeler, seçim, tüm bunları burada kavram ve kuram düzeyinde ele alacağız.
..."
4 Şubat 2015'e gelelim ve Öcalan'ı dinleyelim:
"...
Evet, bugünkü toplantının önemli olduğunu tekrar vurgulayalım. Bugünkü geldiğimiz noktayı 55 yıllık bir maratonun kısa bir soluk arası olarak değerlendiriyorum. Bu masa maratonda bir moladır. Kaygılarım devam ediyor. Benim için yer ya da masanın biçimi değil kurulması önemlidir. Bu bir ilke masasıdır. Devletin ve toplumun demokratik geleceği için tam bir ilke masasıdır. İlkenin özelliği, ilkeden taviz verilmez anlayışıdır. Hükümet veya bizimkiler ne kadar farkındalık gösterir, bilemem. Ama benim kendi eylemlerim masanın devrilmemesi için oldu, bundan sonra da öyle olacak.’’
Bu görüşmeden 23 gün sonra 27 Şubat’ta bir toplantı daha oldu. Bu toplantıda da; Dolmabahçe’de açıklanacak deklarasyonun içeriği konuşuldu. Devlet heyeti ve HDP Heyeti, Dolmabahçe açıklamasından sonra 14 Mart’ta tekrar İmralı’ya gittiler. Orada ‘İzleme Heyeti’nde yer alacak isimler netleştirildi. Müzakerelerin içeriği ve biçimi belirlendi. Öcalan, heyete “Bir sonraki görüşmeye İzleme Heyeti olmadan gelmeyin” dedi.
Ve sonunda Erdoğan, “İzleme Heyeti yok, masa yok” diyerek görüşmeleri sonlandırdı. 5 Nisan’da HDP Heyeti, sadece 7 Haziran seçimlerini konuşmak üzere İmralı Adası’na gitti. Ve ondan sonra da, Öcalan ile tüm iletişim kanalları kapatıldı. (ad/anfnews)
..."
Şaşkınım; Eşbaşkanlık seviyesinin bu seviyede olduğunu tahmin etmemiştim.
Şaşkınım; Öcalan'ın hukuğa uygun hareket edilmesi, yasa yapılması konusunda bu kadar ısrarcı olduğuna.
Şaşkınım; Öcalan'ın birlikte çalıştığı kamu görevlilerinin, siyasilerin 'mağdur olmamalarını' istemesindeki öngörü gücüne.
Şaşkınım; ABD'nin, sürece dahil olmak isteyecek uzaklıkta kalmış olmasına.
Takdir ettim; darbe ihtimallerini nasıl sıfırlayacağını kestirebilmiş olmasına.
Paralel devlet var deyip, birilerini tasfiye ettirip, bazı kurumları neredeyse lağvettirip; yerine(!) KCK'yı ikâme ettirme cinliğine de, gıpta etmedim değil!
İlâhi Öcalan!