Renklerin tarafındayım. Hayır, bunu derken futbol sahasında dönüp duran onca futbolcunun üzerindeki renklerden bahsetmiyorum. Yaşamın süreğen temposunda, dikkatsizce görmezden geldiğimiz ya da görsek dahi pek umursamadığımız renklerden söz ediyor ve onlardan taraf olduğumu söylüyorum.
Delimsirek bir havayla dağların bilinmeyen noktalarından doğan ve denize karışan dereleri sevdiğim gibi maviyi sevdiğimden söz ediyorum mesela. Ya da bütün bitkilerin olmazsa olmazı yeşili ve tonlarını sevdiğimden... 
Gökkuşağını görmek için delice bir merak taşıyorum yüreğimde bu yüzden. Siz de benim gibi, yağmur sonrası gökkuşağı çıktığı zaman nedeni belirsiz bir heyecana kapılıyor musunuz? 
Ben, belki küçüklüğümde duyduğum masallar veya seyrettiğim filmlerin etkisiyle, gökkuşağının nerede başladığını merak ediyorum bazen de. Acaba söylendiği gibi hakikaten hazine dolu kazanlar var mı orada? Bütün o renkler, hazinenin kazanılmasıyla beraber geleceğe açılacak kapının ardındaki şatafat, şaşaa, muhteşemliğin habercisi mi?
Yoksa tüm o renkler yaşama ustaca dokundurulmuş fırça darbeleri mi?
Gökkuşağının bana düşsel bir lezzet sunduğuna dair de bir inancım var ayrıca. Bütün mistik gerçeklerin, büyülerin, sihirlerin, her şeyin ondan doğarak yayıldığına dair kuşkucu bir düşünceye sahibim yani. Gökkuşağı olmasaydı daha mı sıradan olurdu hayatımız? O muhteşem hayatımız…
Geçtiğimiz günlerde Ordu Merkez’deki Beton Park’ın hemen oradaki merdivenleri boyama etkinliği vardı, biliyorsunuzdur. Etkinliği duyduğum ilk anki heyecanımı, içime dolup boşalan mutluluğun nasıl köklü bir yapıya sahip olduğunu sanıyorum tarif etmem çok zor hem renklere karşı zaafım nedeniyle hem de onları boyayarak Cihangir’deki merdivenlere selam göndereceğimiz için! Hani esnaf tarafından satın alınan boyalarla kendisinin boyadığı şu merdiven! Ah işte, o merdiven! Sonra belediyenin yeniden griye boyadığı…
Gri ile aram çoğu zaman iyi olmadı hayatım boyunca. Belki siyah ve beyazın kırması olduğundan, belki de şu an benim bile bilincinde olmadığım bambaşka bir sebep yüzünden… Bilemiyorum. Bildiğim tek şey renkleri sevdiğim. 
İsmini dahi bilmediğim bir ağaca, kırılgan bir çiçeğe, keyfince tonlanan gökyüzüne, güneşin değişen tonlarına kalbimde yer ayırdığımca seviyorum hepsini. Bir çocuk rüyası, bir geçmiş zaman anısı gibi… 
Velhasıl kelam, gökkuşağının renklerini seviyorum. Ve onları görmekten, hayatımda onlara yer ayırmaktan ölesiye bir mutluluk duyuyorum. 
Griyiyse kimi gün görmek dahi istemiyorum. Dedim ya, kötülüğün ve iyiliğin birbirine bu kadar kaynaşması hoşuma gitmiyor olabilir, siyah ve beyaz gibi. 
Siz olsanız sırf bu nedenden bile olsa boyamaz mıydınız o merdivenleri?

Renklerin tarafındayım. Hayır, bunu derken futbol sahasında dönüp duran onca futbolcunun üzerindeki renklerden bahsetmiyorum. Yaşamın süreğen temposunda, dikkatsizce görmezden geldiğimiz ya da görsek dahi pek umursamadığımız renklerden söz ediyor ve onlardan taraf olduğumu söylüyorum.

Delimsirek bir havayla dağların bilinmeyen noktalarından doğan ve denize karışan dereleri sevdiğim gibi maviyi sevdiğimden söz ediyorum mesela. Ya da bütün bitkilerin olmazsa olmazı yeşili ve tonlarını sevdiğimden... 

Gökkuşağını görmek için delice bir merak taşıyorum yüreğimde bu yüzden. Siz de benim gibi, yağmur sonrası gökkuşağı çıktığı zaman nedeni belirsiz bir heyecana kapılıyor musunuz?

Ben, belki küçüklüğümde duyduğum masallar veya seyrettiğim filmlerin etkisiyle, gökkuşağının nerede başladığını merak ediyorum bazen de. Acaba söylendiği gibi hakikaten hazine dolu kazanlar var mı orada? Bütün o renkler, hazinenin kazanılmasıyla beraber geleceğe açılacak kapının ardındaki şatafat, şaşaa, muhteşemliğin habercisi mi?

Yoksa tüm o renkler yaşama ustaca dokundurulmuş fırça darbeleri mi?

Gökkuşağının bana düşsel bir lezzet sunduğuna dair de bir inancım var ayrıca. Bütün mistik gerçeklerin, büyülerin, sihirlerin, her şeyin ondan doğarak yayıldığına dair kuşkucu bir düşünceye sahibim yani.Gökkuşağı olmasaydı daha mı sıradan olurdu hayatımız? O muhteşem hayatımız…

Geçtiğimiz günlerde Ordu Merkez’deki Beton Park’ın hemen oradaki merdivenleri boyama etkinliği vardı, biliyorsunuzdur. Etkinliği duyduğum ilk anki heyecanımı, içime dolup boşalan mutluluğun nasıl köklü bir yapıya sahip olduğunu sanıyorum tarif etmem çok zor hem renklere karşı zaafım nedeniyle hem de onları boyayarak Cihangir’deki merdivenlere selam göndereceğimiz için! Hani esnaf tarafından satın alınan boyalarla kendisinin boyadığı şu merdiven! Ah işte, o merdiven! Sonra belediyenin yeniden griye boyadığı…

Gri ile aram çoğu zaman iyi olmadı hayatım boyunca. Belki siyah ve beyazın kırması olduğundan, belki de şu an benim bile bilincinde olmadığım bambaşka bir sebep yüzünden… Bilemiyorum. Bildiğim tek şey renkleri sevdiğim. 

İsmini dahi bilmediğim bir ağaca, kırılgan bir çiçeğe, keyfince tonlanan gökyüzüne, güneşin değişen tonlarına kalbimde yer ayırdığımca seviyorum hepsini. Bir çocuk rüyası, bir geçmiş zaman anısı gibi… 

Velhasıl kelam, gökkuşağının renklerini seviyorum. Ve onları görmekten, hayatımda onlara yer ayırmaktan ölesiye bir mutluluk duyuyorum. 

Griyiyse kimi gün görmek dahi istemiyorum. Dedim ya, kötülüğün ve iyiliğin birbirine bu kadar kaynaşması hoşuma gitmiyor olabilir, siyah ve beyaz gibi. 

Siz olsanız sırf bu nedenden bile olsa boyamaz mıydınız o merdivenleri?