Kızlar ve erkeklerin birbirinden bu kadar ayrıştırılmaya, farklı alanlar içine çekilerek birbirine yabancılaştırılmaya çalışılmasına epeydir canım sıkılıyor. İktidar mensuplarının yaptığı acayip açıklamalar, erkekleri potansiyel sapık, tecavüzcü, tacizci, her an eyleme dökülmesi beklenen suçların faili gibi gösteriyor. Bu kabul edilebilir mi?
Aslında bu ipin ucu, yalnızca günümüz siyasetinin bir parçası değil. Ta Köy Enstitüleri’ne dayanan, sürünen bir kolu da var. 
O zamanlar da dönemin eğitim hayatında ayrıksı gibi görünen bir durum olarak, kız ve erkek öğrencilerin aynı okul içerisinde yatılı kalmaları türlü çeşit dedikoduların dönmesine neden olmuş, daha doğrusu bu durum bir bahane olarak kullanılmıştı. 
Asıl amaç tabii ki başkaydı! 
Enstitüde tarım eğitimi de alan öğrencilerin gelecekte köylerinde öğretmen olarak çalışmaya başlamasıyla birlikte bölge halkının kendi topraklarını işlemek isteyecek olması, köydeki toprak ağalarını zora sokacağından sevilmeyen ve istenmeyen bir durum halini alıyordu o kişilerce. Bu sonucun ortaya çıkmasını ve toprak ağalığının elden gitmesini istemeyen kimseler de, el altında bulundurup iş gördürdükleri cehaleti suratından akan insanları Köy Enstitüleri’ne zulmetmeleri için dolduruyordu pek tabii. Sonuçta Köy Enstitüleri bütün çabalara karşın kapanmak durumunda kaldı. Bütün koruma çalışmalarına, açıklama girişimlerine rağmen… Cehaletin önüne geçebilecekken…
Sonuç, Türkiye’nin yarım kalan gelişmişlik öyküsü…
Buradan nereye gelmek istiyorum? 
Türkiye’nin gelişme çabalarına ket vurulmak istenilen zamanlar ve Köy Enstitüleri’nin kapanması için elinden geleni ardına koymayan kimselerin dönemi gibi, birbirine koşulsuz biçimde güvenip el ele tutuşarak barış zincirleri oluşturan insanları birbirinden ayırma ve gruplara bölmeyi amaçlayan bir iktidarın gölgesinden geçtiğimizi söylemeye çalışıyorum. 
Tıpkı yıllar evvel resmen kazınarak, zımparalanarak ortadan kaldırılan Köy Enstitüleri misali, bir şeyler yok edilmeye çalışılıyor. Belki de bu şekilde bazı kimselerin gelecek planlarını şekillendiriliyor. Ama yaraları bizim ruhumuzda açılıyor.
Abartmıyorum bunları. Tarihi bir örneği merkeze alarak yazıyorum. Bütün bunlar kızlar ve erkeklerin bir arada olmasını sindiremeyen, başta da dediğim gibi erkeklerin tümünü potansiyel suçlu ilan eden ama tecavüze uğrayan kadınlara sahip çıkmayan ve hatta onlarca kişinin tecavüz ettiği küçücük çocuğu haksız çıkaran bir yargı sistemini (herkesin hem fikir olduğu üzere) elinde bulunduran bir iktidar tarafından söylenen şeyler günümüzde… 
Bu tastamam cinsiyetçi bir siyasetin tezahürü… Birleştirici olmak yerine, tamamıyla ayrıştırıcı bir tutum… Akıl havsala alır mı böylesini?
Kim birleşmek varken ayrışmayı, yakınlaşmak varken uzaklaşmayı ister ki? Kim?

Kızlar ve erkeklerin birbirinden bu kadar ayrıştırılmaya, farklı alanlar içine çekilerek birbirine yabancılaştırılmaya çalışılmasına epeydir canım sıkılıyor. İktidar mensuplarının yaptığı acayip açıklamalar, erkekleri potansiyel sapık, tecavüzcü, tacizci, her an eyleme dökülmesi beklenen suçların faili gibi gösteriyor. Bu kabul edilebilir mi?

  Aslında bu ipin ucu, yalnızca günümüz siyasetinin bir parçası değil. Ta Köy Enstitüleri’ne dayanan, sürünen bir kolu da var. 

O zamanlar da dönemin eğitim hayatında ayrıksı gibi görünen bir durum olarak, kız ve erkek öğrencilerin aynı okul içerisinde yatılı kalmaları türlü çeşit dedikoduların dönmesine neden olmuş, daha doğrusu bu durum bir bahane olarak kullanılmıştı. 

Asıl amaç tabii ki başkaydı! 

Enstitüde tarım eğitimi de alan öğrencilerin gelecekte köylerinde öğretmen olarak çalışmaya başlamasıyla birlikte bölge halkının kendi topraklarını işlemek isteyecek olması, köydeki toprak ağalarını zora sokacağından sevilmeyen ve istenmeyen bir durum halini alıyordu o kişilerce. Bu sonucun ortaya çıkmasını ve toprak ağalığının elden gitmesini istemeyen kimseler de, el altında bulundurup iş gördürdükleri cehaleti suratından akan insanları Köy Enstitüleri’ne zulmetmeleri için dolduruyordu pek tabii. Sonuçta Köy Enstitüleri bütün çabalara karşın kapanmak durumunda kaldı. Bütün koruma çalışmalarına, açıklama girişimlerine rağmen… Cehaletin önüne geçebilecekken… Sonuç,

Türkiye’nin yarım kalan gelişmişlik öyküsü…

Buradan nereye gelmek istiyorum? 

Türkiye’nin gelişme çabalarına ket vurulmak istenilen zamanlar ve Köy Enstitüleri’nin kapanması için elinden geleni ardına koymayan kimselerin dönemi gibi, birbirine koşulsuz biçimde güvenip el ele tutuşarak barış zincirleri oluşturan insanları birbirinden ayırma ve gruplara bölmeyi amaçlayan bir iktidarın gölgesinden geçtiğimizi söylemeye çalışıyorum. 

Tıpkı yıllar evvel resmen kazınarak, zımparalanarak ortadan kaldırılan Köy Enstitüleri misali, bir şeyler yok edilmeye çalışılıyor. Belki de bu şekilde bazı kimselerin gelecek planlarını şekillendiriliyor. Ama yaraları bizim ruhumuzda açılıyor. Abartmıyorum bunları.

Tarihi bir örneği merkeze alarak yazıyorum. Bütün bunlar kızlar ve erkeklerin bir arada olmasını sindiremeyen, başta da dediğim gibi erkeklerin tümünü potansiyel suçlu ilan eden ama tecavüze uğrayan kadınlara sahip çıkmayan ve hatta onlarca kişinin tecavüz ettiği küçücük çocuğu haksız çıkaran bir yargı sistemini (herkesin hem fikir olduğu üzere) elinde bulunduran bir iktidar tarafından söylenen şeyler günümüzde… 

Bu tastamam cinsiyetçi bir siyasetin tezahürü… Birleştirici olmak yerine, tamamıyla ayrıştırıcı bir tutum… Akıl havsala alır mı böylesini?

Kim birleşmek varken ayrışmayı, yakınlaşmak varken uzaklaşmayı ister ki? Kim?