Cumartesi akşamı, telefonla canlı televizyon yayınına bağlamak istediler. 60’dan fazla tutuklu polisin tahliyelerine ilişkin fikrimi/hissiyatımı anlatacaktım. Konuşmak istemediğimi söyledim. Çünkü, her hangi bir tahliye olmayacağına kendimce emindim. Bunu ifade eder de, ya tutturamazsam: Belki de bir daha arayanım da olmazdı, isabet ettiremediğim için. Bu tâli nedenimdi. Asıl nedenimse; coşkuyu, sevinci gölgelememekti. Silivri’ye koşuşturan onlarca kişiye de ayıp olacaktı.

Her muhalifin, her cumhuriyet sevdalısının tattığı Silivri: Bu insanları canı isterse bırakacak ve doymak bilmeyen iştahla, yenilerini bekleyecekti.

***

Sokak röportajı yapan muhabir: ‘emekli maaşlarıyla ilgili son düzenleme resmi gazetede yayınlandı, ne diyorsunuz emeklilerin aleyhindeki bu duruma?’ diye soruyor. Emekli olmuş, dünyadan göç hazırlığı yapan amcamızın cevabını duymanınız var mı?: ‘İnanma sen, o gazetelere inanma!’

Başka bir muhabir, soruyor: ’patatesin kilosu 4.5 tl oldu, ne diyorsunuz? Cevap: ‘Sen de yarım kilo al o zaman!’

***

‘Oraya yollanacak askerlerin doğum yerleri farklı olsun! Cenazeler farklı farklı yerlere gitsin! Görelim o zaman bakalım genel seçimleri alabilecekler mi?!’ diyor.

Bir iki yorum duyuyoruz o kadar. Ki bu yorumlar da, gözlerindeki perdenin çoktan kalktığı kişiler. Bu konuşmayı okuyup da, tavır-tutum değiştiren hiç kimse oldu mu çevrenizde? Hangi olayı/konuşmayı bahsettiğimi bile anlayan az mı yoksa?

***

Üç kişinin öldüğü bir olayın neticesini, ülkenin en tepesindeki ve bir altındaki kişi: ‘Başarı’ olarak niteledi! Bir avuçtan gayrısı,’bu neticenin başarısı, neresinde?’ diye sormadı, sormayı düşünmedi! O odadaki çatışma unutuldu bile! Bir tabanca ve üç cenaze hâlâ yatıyorlar ortalıkta halbuki!

***

Bayrağı pasta yapıp yemeyi, her zaman tuhaf karşılamıştım. Bu nedenle de, bayraklı pasta dilimlerinden atıştırırken gören olmamıştır beni. Tuhaf gelmiştir yemek. Allah’ın Evini, Allah’ın Son Kitabı’nı da yemek tuhaf geliyor.

Hz. Ömer’in, Müslüman olmadan evvel yaptığı bir hareketine ağladığını, bir hareketine güldüğünü biliyorum. Haydi birinciyi yazmayayım, ikincisi de şu: Helvadan putlar yapar, onlara taparlarmış, acıkınca da yerlermiş.

***

Bacanağımın: ‘Bana ne çalıyorlarsa, ben yediğimi, içtiğimi bilirim, önemli olan benim payıma düşen! Memleketime giderken, geniş ve rahat yollardan mı gidiyorum? Beni o ilgilendirir!’

Kayın biraderimin: ‘Hiç başbakana hırsız denir mi? Hırsızlık yapıyorsa, adını söylesinler! Ne diye o makamı karıştırıyorlar? Hem hiç o makamdaki bir kişi, hırsızlık yapar mı?’

Babamın: ‘Dünyanın en gelişmiş maden ocağıymış, hem ne olmuş orada yüzlerce kişi öldüyse, bu işe girdiysen, bu sonuçları da göze alacaksın! Bak benzeri ölümler dünyanın her yerinde oluyormuş!’ Deyişleri hâlâ taptaze.

***

Yaban’ı, Küçük Ağa’yı tekrar okusam, “neden böyleyiz?” soruma cevap bulabilir miyim?