Engellilik olgusu artık günümüzde çoğunlukla daha dünyaya gelmeden teşhis edilebilir olmasına rağmen bezende hastalık, kaza yada başka bir nedenle ortaya çıkabilmektedir.   Aileler için engelli bir bireye sahip olacağını duymak yaşamlarının o anki en zorlu deneyimlerinden biri olsa gerek. Böylesi bir durumla karşılaşan Ailelerin en büyük güçlükleri engelliliğe dair durumun teşhisi, öğrenilmesi ve ilk travma sonrası kabullenme aşamasıdır. Aslında aileler için belirsizliğe dair durumun ortadan kalkması, yani bir anlamda gerçeğin öğrenilmesi, belirsizliğe tercih edilen bir durumdur, zira belirsizlik ve bekleme süresi aileler için en yıpratıcı aşamadır.

  Çocuğunun durumunu öğrenen aile bunu çeşitli tepkiler vererek karşılar. Bunlar şok, reddetme, depresyon, suçluluk, kabul etme, uzlaşı, uyum sağlama gibi durumlardır. Biz olayın bu aşamalarını konunun uzmanlarına bırakıp daha çok hepimizin gündelik yaşamda onlarla ilgili yaptığımız gözlemle üzerinden fikir yürütmeye, beyin jimnastiği yapmaya gayret edelim. Engelli bir bireye sahip olmak ebeveynlerin yaşamlarını hiçte hesap etmedikleri, beklenen yaşamın aksi yönde değişmesi ile hayatlarını yeniden gözden geçirip geleceğe dair yeni planlamalar yaptıkları mevcut planlarını mecburi olarak değiştirdikleri bir durumdur.

Ülkemizde her ne kadar anayasamız devletimizi “sosyal devlet” olarak tanımlamış olsa bile, bu sosyal yapılanmanın yetersizliği hepimizin malumu olduğu gibi, toplumca beklenen düzeyin çok altındadır. Bu manada baktığımızda bireylerin engellerinin çeşidine göre, okullarımız, bakım evlerimiz, kreşlerimiz gündelik yaşamdaki mahalle, sokak hatta engelli bireyin yaşadığı evin ergonomisi vb alanlarda devletin katkısı toplumsal beklentilerin çok, çok altındadır.

 Engelli bireyin eğitimi konusunda devlet yetersizde olsa gerekli adımları atarken, bireyin günlük sosyal yaşamını kolaylaştıracak adımları atmak ise daha çok yerel yöneticilerin yapması gereken bir iş, olgu olarak karşımıza çıkmakta. Bunu biraz açmamız gerekirse, gündelik yaşamda fiziki ortam yada fiziksel çevreyi şöyle tanımlayabiliriz. Yollar, kamu ve özele ait binalar, yaşadığımız konutlar, kaldırımlar, okullar, parklar, bahçeler, ulaşım nakil araçlar vb şeklindedir. Aslında bu tür yerler tasarlanırken engelli bireylerinde buradan yararlanacağı göz ardı edildiği için ta baştan pozitif ayrımcılığa uğrayan engellilerimizin haklı isyanlarını bir şekilde yetkililere ve kamuoyuna duyurma gayretlerini dikkatle takip etmekteyim.

 Engelli bireylerin gündelik yaşamdaki zorluklarını aşmada en büyük engeli yine bizler teşkil etmekteyiz. Bunun birçok örneği mevcuttur. Ama en basiti, engeli araçlarının, tekerlekli sandalyelerinin geçeceği yerleri kapatmak, kaldırımlara araç park etmek, kaldırımlara özensizce direkler dikmek, engelliler için özel olarak oluşturulan kaldırım, rampa gibi yerlere onların geçişini engelleyecek şekilde eşyalar koymak, son dönemde engeliler için yapılan sarı bantların üzerini araç vb şeylerle kapatmak gibi unsurları sayabiliriz.

Hâlbuki biraz dikkat biraz özenle onların yaşamlarını kolaylaştırmak çok daha basit olmalı. İnternette yaptığım kısa araştırmada gördüm ki, batı toplumlarında engelliler her şeyden önce insan haysiyetine, onuruna yakışan bir şekilde toplumu oluşturan diğer bireylerle beraber kol kola, iç içe yaşamaları için beraber hemen her alanda sosyal, kültürel faaliyetler yapılmaktadır. 

Sözü daha fazla uzatmadan, kendi sosyal çevremizde, yaşadığımız kentte, işte, otobüste, parkta, sporda, sanatta kısacası yaşamın her alanında, engelli bireylerimizi spesifik özelliklerini dikkate alarak, tıpkı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi onları kendimizle beraber bir kabul edip sosyal, pozitif ayrımcılıktan uzak durmalıyız. Bunun için mesela bir park tasarlayıp yaparken, o parkın engelli yurttaşlarımız için engel teşkil etmesinin önüne geçmeliyiz. Yada kaldırım yaparken onları düşünüp onların hayatını kolaylaştıracak rampaları, sarı bantları unutmamalıyız, iş yaşamında onların engelini unutturacak ergonomiye özen göstermeliyiz, sporda, sanatta onların destekçisi, teşvikçisi olmalıyız.

Ve tüm bunları yaparken, her şeyi engelli ailesine bırakmadan, devlet katındaki gerek yerel gerekse merkezi yönetimin yöneticileri, sosyal hizmet uzmanları, bilim adamları aracılığı ile adil uygulanabilir sosyal politikalar geliştirmeli, sivil toplum kuruluşları, gönüllü dernekler velhasıl tüm toplum olarak onların her zaman yanında destekçileri olmalıyız.