15 mart 2015, Pazar günü; Balıkesir şehrimizde Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN konuşma yaptı. Daha doğrusu bizlere seslendi, en ilgimi çeken bölüm şuydu:

    “Türkiye işte böyle bir döneme girdi.  Mevcut sistem artık Türkiye’yi taşıyamıyor. Geleceğin Büyük Türkiye’sine bu şekilde ulaşamayız. Sürekli darbe üreten, darbeci yetiştiren bu Anayasa bizim ufkumuzu, yolumuzu aydınlatamaz. Başkanlık Sistemine karşı çıkanlara bakıyorsunuz, Türkiye’yi şikâyet ettikleri, model olarak heveslendikleri ülkeler başkanlık sistemiyle yönetiliyor. Ama kendileri, kullanım ömrü bitmiş, soluğu kesilmiş, tedavülden kalkmış, Soğuk Savaş dönemi artığı, 27 Mayıs Darbesi üretimi, 12 Eylül Darbesi tahkimi bir sistemle Türkiye devam etsin istiyor. Bu sistemde ısrar etmek milletimize haksızlıktır. Yeni Türkiye, sizlerin, toplumun önderi olan sivil toplum kuruluşlarımızın, iş adamlarımızın, girişimcilerimizin ellerinde yükselecek. Sizden istirhamım, yeni Türkiye’yi, başkanlık sistemini, yeni Anayasayı her fırsatta milletimize anlatmanızdır. Sizler bir iş adamı gibi bu ülkenin yönetilmesini istemez misiniz? Benim derdim ne biliyor musunuz? Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa, Türkiye de öyle yönetilmelidir. Yoksa bileklerine bağlıyorlar prangayı, yürü yürüyebilirsen. Bu ülke bu şekilde sıçramaz

     Hem anonim, hem de şirket!?

    Ortak sayısı çok olacak ve mali sorumluluk mal varlığın kadar olacak. Şirketin anonim hâli bu.

    Şirket ne peki?

    En az iki kişi bir araya gelecek. Bunlar gerçek veya tüzel kişi olacak. Emek veya mallarını müşterek bir amaçla ve  bunu da bir sözleşmeye bağlayarak, tüzel kişilik ortaya çıkartacaklar. Bu da şirket.

    Müşterek amaç ne peki?: Kâr. Yani satıştan elde ettiğin gelir, maliyetinden fazla olacak.

    Sayın Başkanımız RTE; pardon CEO (Chief Executive Officer- İcra Kurulu Başkanı) RTE;  yok yok şu an için Cumhurbaşkanımız; Efendimiz! Zaten şimdi de fiilen tam da böyle değil mi?

    Şantiye şantiye elimde çantam gezeceğim dememiş miydiniz? Yaklaşık 10 yıl önceki konuşmalarınızda da, ülkeyi şirket gibi yönetmenin gerekliliğine dair sözleriniz yok muydu? Sizin açınızdan yasal değişiklikler yavaş yavaş peşinizden gelir zaten. Biz sabırlıyız.

    Sorun nerde?

    Ben. Biz. Halk. Türkiye’de yaşayanlar bu şirketin hissedârı mıyız, müşterisi miyiz?

    Şu anda kendimizi muhtaç, aciz, fakir, güvensiz hissediyor muyuz? Gelecek kaygımız var mı? Yok mu?

    Yoksa; hissedâr, ortak, zengin, güçlü, güvende mi hissediyoruz?

    Arzulanan tezgah, düzenek tam da kurulursa; bu sistem, rejim, yönetim biçimimiz nasıl tanımlanacak? Adı ne olacak? Kleptokrasi mi? Ya da Elektokrasi mi?

    Başkenti Ankara, milli marşı İstiklâl Marşı, lâik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olarak yolumuza devam edebilecek miyiz? Hilâfet, şerîat, saltanat meseleleri ne olacak? Bir avuç faşist hariç, anayasamızdaki demokratik olmayan düzenlemelerin elbette ayıklanmasını istiyoruz.

    Peki ama; demokrasi, tam özgürlük, inanç ve düşünce hürriyeti, kanaatların açıklanmasına zorlanmama garantisi, anayasal denetim kurumları, sayıştay; yargının, yürütmenin, yasamanın asla birbirine yaklaşmaması; adil yargılama, savunma hakkı, devrim kanunları  bunlar ne olacak? Şirket tüzüğünde var mı bunlarla ilgili bir şeyler?

    Kamu ihale kanununu belki ikiyüz kez değiştirdiniz, yer altı kaynaklarıyla ilgili akıl almaz değişiklikleri zaten yaptınız. Döndürülemez krediler, aslında verilemez krediler, vergiler, vergi afları!

    Şirketin kârı ne olacak? Bir miktarını sermayeye dahil edeceğiz kabul, bir miktarını da ortaklara dağıtacağız değil mi?

     Peki icrâ kurulu başkanının maaşı/geliri ne olacak? Eminim  pay/hisse yöntemi tercih edilir.

    Lafı uzatmayalım, gevelemeyelim: Bu  şirket yöntemine ancak bir şartla girebilirim/z: Üreten bizsek, yöneten de biz olmalıyız! Asla halkları müşteri, ülkeyi pazar yaptırmayız!