“Bir grup doktor, bazı insanlar üzerinde kontrollü bir takım deneyler yapıyor. Hasta olmayan insanlara hasta oldukları söyleniyor. Aradan bir süre geçtikten sonra hasta olduğu söylenen insanlarda, o hastalığı taşımasalar dahi hastalık belirtileri görülmeye başlanıyor. Ve işin garibi, öleceksin denilen insanlar başlangıçta hiçbir hastalığa sahip olmadıkları halde sonunda söylenen hastalık nedeniyle ölüyor.”
Bu haberi ne zaman ve nerede okuduğumu hatırlamıyorum. Üzerinden çok zaman geçmiş olmalı. İnternette haberi aratırken, üzerine düşünme fırsatı buldum biraz. Psikoloji, sözcükler, bilinçaltı, zihin- bunların hepsi kontrolümüz dışında mı çalışıyor bu kadar? Ya da tastamam bütün bunlar tam da kontrolümüz altında mı?
Dahası, umut bu kadar kırılgan bir duygu mu? Sözcük mü?
Bu açıdan bakıldığında hayatımızın sürüp giden temposunun, zihnimize işlenen bir cümleyle dahi değişebileceği kanıtlanıyor.
Düşünün bir, öleceğiniz söylendiği için zihniniz ve bilinçaltınızın işleyişi değişiyor ve beyninizin sırf söyleneni gerçekleştirmek isteği uğruna, bambaşka bir geleceğe doğru yol alıyorsunuz. Bu tamamıyla kabul edebileceğim, dahası birçoğumuzun da hemen kanıksayabileceği bir kural değil bence. Üzerine uzun uzun kafa yormak gerekiyor.
Konuyla ilgili olarak Robert J. Sawyer'ın Türkçe’ye de aynı adla çevrilen kitabı FlashForward’tan, yine aynı isimle uyarlanan bir Amerikan dizisi var. Vaktiyle onu seyretmiş, sonra bu konu üzerine tekrar tekrar düşünme gereği hissetmiştim.
Dizide olay kısaca şöyle: Bir anda dünya üzerindeki herkes bayılır ve baygın kaldığı bu 137 saniyelik süre içerisinde altı ay sonraki hayatlarından bir kesiti görürler.
Öngörü üzerine kurulu dizide, geleceği yerine sadece ‘karanlık’ bir boşluk görüp bunu sonradan öleceğine yorumlayan bir de polis memuru karakter var. Hatta bazı başka karakterler de gördükleri karanlıkla birlikte ölüyor dizide.
Bu durumda, yazının başında da söz ettiğim gibi bu polis memuru karakterin kendisinin öleceğini düşünmesi bir nevi umutsuzluk kuyusuna, nehrine, çukuruna düşmesine neden olmalı ve öngörüsü de gerçekleşmeli. Ne de olsa sanat, hayatın yansımasıdır. Ama acaba gerçekten öyle mi oluyor dizide? Seyretmek isteyebilecekler için fazla kopya vermeden, olayı bu kadar özetleyebiliyorum ancak. Seyretmeyeceklere ise yazının başlangıcındaki düşünceyi çürütmeye çalıştığımı söylersem, sanırım karakterin sonu tahmin edilebilir.
Yapılan kontrollü deney sonucunda umudun, geçerliliği yüksek bir duygu olduğu kanıtlanıyor neticede. Fakat kurgusal bir dizi olan FlashForward üzerinden olaya pertavsız tuttuğumuzda, olayın başka bir boyutunu da görmek mümkün mü? Aslında yaşanan bu deney, gerçeği yansıtmıyor mu?
Umut hakikaten bu kadar kırılgan bir duygu durumu mu?
Beynine işleyen düşünce seni öldürür mü vesselam?