İnsanın değişik bir kimyası olduğuna inanıyorum. Dahası, oldukça değişik bir düşünce tarzının da sahibi…
Bir yara almadan acının nereden geleceğini, hangi savaş yarasının daha çok acıttığını, ihanetin mi yoksa yalanın mı daha çok can yaktığını, kalbin yerini, mevsimlerin değerini, insanın kimyasını anlayamıyoruz mesela. 
Yara, hayatın ehemmiyetini hissettiriyor. 
Yara, sanıldığı gibi can yakmıyor, acıyı sağaltıyor aslında.
Yara, hayatın anlamı...
Bizi büyütüyor, geçmişle geleceği birbirine bağlıyor, insanları birbirinden uzaklaştırdığı gibi yakınlaştırabiliyor, hayatın değerini bir köpeğin gözünden gösterebiliyor yara. Öylesine yüce bir odak noktası…
Birkaç ay önce üzerinden araba geçen bir köpeğe yardım etmek, onu yol kenarına itelemek için oldukça asil bir biçimde ona doğru gitmekte olan bir köpek gördüm. Sokağın ortasında, sırtında tekerlek izleri olan bir canlının çığlıkları kimseyi ilgilendirmiyordu besbelli. Kimse kılını dahi kıpırdatmıyordu. O asil yürüyüşün sahibi köpek dışında.
Sonra… Sonra birinin ilgisini çekti o vaveyla. Yardım edeceğini, köpeği alıp bir veterinere götüreceğini, yaralarını iyi edeceğini düşündüm. Ve fakat yanıldım! Adamın biri, can acısı ile çığlıklar atan o hayvanı, dokunmaya dahi tiksinir bir ifadeyle tuttuğu gibi çöp kovasının yanına bıraktı o gün. 
Bir canlı, bir başka canlıyı ölüme terk etmiş oluyordu böylece. İnlemelerine, yürek yakan o sesine, vicdana, sessizliğin sesine rağmen o adam o köpeği ölüme terk ediyordu.
Yaşam bu muydu sahi? Bu kadar yetersiz, acımasız bir yapısı mı vardı yaşamın?
Galiba hakikaten böyle bir şey yaşam… Bir gün sokak ortasında başına feci bir iş geldiğinde kimsenin yardım etmeyeceği kadar çürümüş, kokuşmuş bir düzen... Yara bu yüzden önemli işte, başkasının acısını anlama olanağı sunduğundan.
Böyle bitimsiz eşiklerden geçiyoruz bazen. Bir olay geçiyor başımızdan, görüyoruz ya da yaşıyoruz, sonra bir daha eskisi gibi olamayacağımızı hissediyoruz yürekten. Bir daha eskisi gibi bakamayacağımızı biliyoruz insanların yüzlerine.
Bu yüzden, insanın kimyasının anlaşılamayacak kadar karmaşık olduğuna inanıyorum çoktandır. Zira gün geliyor, yaralarından tanıdığımız birinin dahi en acımasız birine dönüşebileceğine şahitlik edebiliyoruz. Yoksa canımızın yanacağı noktaları bulmaları bu kadar kolay olur muydu insanların? Gün geliyor, yaralarımızı ezberlettiğimiz kişi tarafından yaralarımız üzerinden tekrar ve tekrar hasar alıyoruz. Belki de en çok bu nedenden ötürü, yaraları en iyi biz tanıyoruz. 
Ne can yakıcı bir gerçek ve sorumluluk değil mi? Yaraları tanımak ve kayıtsız kalamamak?

İnsanın değişik bir kimyası olduğuna inanıyorum. Dahası, oldukça değişik bir düşünce tarzının da sahibi…

  Bir yara almadan acının nereden geleceğini, hangi savaş yarasının daha çok acıttığını, ihanetin mi yoksa yalanın mı daha çok can yaktığını, kalbin yerini, mevsimlerin değerini, insanın kimyasını anlayamıyoruz mesela.

Yara, hayatın ehemmiyetini hissettiriyor.

Yara, sanıldığı gibi can yakmıyor, acıyı sağaltıyor aslında.

Yara, hayatın anlamı...

 Bizi büyütüyor, geçmişle geleceği birbirine bağlıyor, insanları birbirinden uzaklaştırdığı gibi yakınlaştırabiliyor, hayatın değerini bir köpeğin gözünden gösterebiliyor yara. Öylesine yüce bir odak noktası…

Birkaç ay önce üzerinden araba geçen bir köpeğe yardım etmek, onu yol kenarına itelemek için oldukça asil bir biçimde ona doğru gitmekte olan bir köpek gördüm. Sokağın ortasında, sırtında tekerlek izleri olan bir canlının çığlıkları kimseyi ilgilendirmiyordu besbelli. Kimse kılını dahi kıpırdatmıyordu. O asil yürüyüşün sahibi köpek dışında.

Sonra… Sonra birinin ilgisini çekti o vaveyla. Yardım edeceğini, köpeği alıp bir veterinere götüreceğini, yaralarını iyi edeceğini düşündüm. Ve fakat yanıldım! Adamın biri, can acısı ile çığlıklar atan o hayvanı, dokunmaya dahi tiksinir bir ifadeyle tuttuğu gibi çöp kovasının yanına bıraktı o gün.

Bir canlı, bir başka canlıyı ölüme terk etmiş oluyordu böylece. İnlemelerine, yürek yakan o sesine, vicdana, sessizliğin sesine rağmen o adam o köpeği ölüme terk ediyordu.

Yaşam bu muydu sahi? Bu kadar yetersiz, acımasız bir yapısı mı vardı yaşamın?

Galiba hakikaten böyle bir şey yaşam… Bir gün sokak ortasında başına feci bir iş geldiğinde kimsenin yardım etmeyeceği kadar çürümüş, kokuşmuş bir düzen... Yara bu yüzden önemli işte, başkasının acısını anlama olanağı sunduğundan.

Böyle bitimsiz eşiklerden geçiyoruz bazen. Bir olay geçiyor başımızdan, görüyoruz ya da yaşıyoruz, sonra bir daha eskisi gibi olamayacağımızı hissediyoruz yürekten. Bir daha eskisi gibi bakamayacağımızı biliyoruz insanların yüzlerine.

 Bu yüzden, insanın kimyasının anlaşılamayacak kadar karmaşık olduğuna inanıyorum çoktandır. Zira gün geliyor, yaralarından tanıdığımız birinin dahi en acımasız birine dönüşebileceğine şahitlik edebiliyoruz. Yoksa canımızın yanacağı noktaları bulmaları bu kadar kolay olur muydu insanların? Gün geliyor, yaralarımızı ezberlettiğimiz kişi tarafından yaralarımız üzerinden tekrar ve tekrar hasar alıyoruz. Belki de en çok bu nedenden ötürü, yaraları en iyi biz tanıyoruz.

Ne can yakıcı bir gerçek ve sorumluluk değil mi? Yaraları tanımak ve kayıtsız kalamamak?