“Senin sen gibiliğini sen orada değilken çalıveriyorlar senden. Hayatının son cümlesini böyle kuruyorlar; sana sormadan, seni yok sayarak, sana rağmen.”  -Ece Temelkuran
   “Kolay atlatılabilir şeyler değildi yaşadıkları, hayatın onu ezmesi için üzerine saldığı lanetler! Ve işte sırf bu yüzden, bu nedene bağlanarak ve de sarınarak ‘cesur yürek’ olması, başını ve bakışlarını hep gökyüzüne çevrili tutması gerekiyordu. Bakışları yeryüzüne kaydıkça, diplere doğru yöneldikçe ‘yeryüzünün kalpsizler ordusu’ tüm silahlarını kuşanıp, incecik zarını hedef alıp saldırıya geçecekti. Yaşamın hazırlığı, ruhun kaybı bundandı. Sadece bundan, başka bir şeyden değil!” diye bir ilk paragrafla başlamak istiyorum o gizli saklı romanlarımdan birine. Yaşamın cesurlarını ele alıp, yaşamda cesur olmaktan korkanların gözüne sokmak isteyerek. 
   Uzun bir yol bu.
   Sokaklara ayrılan ve ayrıldığı sokaklardan caddeler doğuran bir süreç, kör sokakları da olan. Bu öyle bir süreç ve öyle bir yaşamsal direniş ki, sonunda koca bir boşluk olduğunu bildiğimiz halde kendimizi başkalarının düşüncelerine öyle bir kaptırıyoruz ki. Kendimizden kendimizi çıkarmak, yeniden inşa etmek varken ruhumuzu; başka ellere bırakıyoruz kendimizi, mimarlıktan anlamayan. Mimariden anlamayan insan, daha önce hiçbir insanın hamurunu karmamış adam ne anlar ruh işçiliğinden, onun ince ince elenmesi gerektiğinden? 
   Kendi yaşamımızı oluşturmamız gerek. Başkalarının düşüncelerini süzgeçten geçirmemiz gerek etkilenmeden önce. Bilhassa her şeye rağmen cesaretimizi yitirmememiz gerek. Cesaret deposu olmamız gerek.
   Ama öte yandan, yeryüzünün kalpsizler ordusu o kadar kalabalık, o kadar gözü dönmüş ve leş sevmeye sevdalanmış ki şaşıyorum. Gözlerim yerinden fırlayacak duruma geliyor, ölü balık gibi bakıyorum onlara. İnanamıyorum bu kadar ölümü sevmelerine ve öldürdükçe mutlu olabildiklerine! Ama inanmam gerek, burası farklı bir dünya. 
   Diğerleri, birilerini katletmezlerse eğer kendilerini eksik hisseder. Artık bu açık, alenen ortada... Ama her yeni doğan güne nasıl oluyor da yeni yeni ölü seviciler katılıyor, buna anlam veremiyorum ben. ‘Bir insan nasıl insanlıktan çıkarılır?’ gibi bir ders filan mı var, özel olarak öğretilen? Sadece onlara öğretilen?
   Tek taraflı açılmış gözler, öteyi göremez; bu durum da bencillikten, kendini üstün tutmak için çırpınmalardan, birilerinin üzerinden atlayıp ilerilere gidebileceğini sanmaktan ileri götüremiyor diğer insanları. Diğer insanların daraltılmış düşünceleri. 
  Demem o ki: “’Senin sen gibiliğini sen orada yokken çalıveriyorlar senden.’ Ve fakat sen orada olsan dahi belki pek anlayamayacaksın senden çalınanların kıyameti harbiyesini.”

“Senin sen gibiliğini sen orada değilken çalıveriyorlar senden. Hayatının son cümlesini böyle kuruyorlar; sana sormadan, seni yok sayarak, sana rağmen.”  -Ece Temelkuran

“Kolay atlatılabilir şeyler değildi yaşadıkları, hayatın onu ezmesi için üzerine saldığı lanetler! Ve işte sırf bu yüzden, bu nedene bağlanarak ve de sarınarak ‘cesur yürek’ olması, başını ve bakışlarını hep gökyüzüne çevrili tutması gerekiyordu. Bakışları yeryüzüne kaydıkça, diplere doğru yöneldikçe ‘yeryüzünün kalpsizler ordusu’ tüm silahlarını kuşanıp, incecik zarını hedef alıp saldırıya geçecekti. Yaşamın hazırlığı, ruhun kaybı bundandı. Sadece bundan, başka bir şeyden değil!” diye bir ilk paragrafla başlamak istiyorum o gizli saklı romanlarımdan birine. Yaşamın cesurlarını ele alıp, yaşamda cesur olmaktan korkanların gözüne sokmak isteyerek.    

Uzun bir yol bu.   

Sokaklara ayrılan ve ayrıldığı sokaklardan caddeler doğuran bir süreç, kör sokakları da olan. Bu öyle bir süreç ve öyle bir yaşamsal direniş ki, sonunda koca bir boşluk olduğunu bildiğimiz halde kendimizi başkalarının düşüncelerine öyle bir kaptırıyoruz ki. Kendimizden kendimizi çıkarmak, yeniden inşa etmek varken ruhumuzu; başka ellere bırakıyoruz kendimizi, mimarlıktan anlamayan. Mimariden anlamayan insan, daha önce hiçbir insanın hamurunu karmamış adam ne anlar ruh işçiliğinden, onun ince ince elenmesi gerektiğinden?    Kendi yaşamımızı oluşturmamız gerek. Başkalarının düşüncelerini süzgeçten geçirmemiz gerek etkilenmeden önce. Bilhassa her şeye rağmen cesaretimizi yitirmememiz gerek. Cesaret deposu olmamız gerek.   

Ama öte yandan, yeryüzünün kalpsizler ordusu o kadar kalabalık, o kadar gözü dönmüş ve leş sevmeye sevdalanmış ki şaşıyorum. Gözlerim yerinden fırlayacak duruma geliyor, ölü balık gibi bakıyorum onlara. İnanamıyorum bu kadar ölümü sevmelerine ve öldürdükçe mutlu olabildiklerine! Ama inanmam gerek, burası farklı bir dünya.    

Diğerleri, birilerini katletmezlerse eğer kendilerini eksik hisseder. Artık bu açık, alenen ortada... Ama her yeni doğan güne nasıl oluyor da yeni yeni ölü seviciler katılıyor, buna anlam veremiyorum ben. ‘Bir insan nasıl insanlıktan çıkarılır?’ gibi bir ders filan mı var, özel olarak öğretilen? Sadece onlara öğretilen?   

Tek taraflı açılmış gözler, öteyi göremez; bu durum da bencillikten, kendini üstün tutmak için çırpınmalardan, birilerinin üzerinden atlayıp ilerilere gidebileceğini sanmaktan ileri götüremiyor diğer insanları. Diğer insanların daraltılmış düşünceleri.  

Demem o ki: “’Senin sen gibiliğini sen orada yokken çalıveriyorlar senden.’ Ve fakat sen orada olsan dahi belki pek anlayamayacaksın senden çalınanların kıyameti harbiyesini.”