Kuzey Anadolu'nun fındık diyarı Ordu'nun bir köyünden, çiftçi bir ailenin yedi çocuğundan biridir benim babam...
Okul yılları pek meşakkatli geçmiştir.. İlk okuldan sonra köyden Ordu'ya inip, tek odalı rutubetli evlerde, köyden getirdiği pancar ve mısır unuyla beslenip, yer yer bitlenip, çoğu zaman karnesinde zayıflar getirerek zorluklar içinde bitirmiştir ortaokulu, liseyi..

Öğretmen olduğunda ise çok sevdiği annemle çoktan evlenmiş ve çocuklarının üçüncüsü ve en küçüğü olan ben çoktan dünyaya gelmiş bulunuyordu..

Hep zoru sevdi. Zor O'nun için kazanmak ve kaybetmekten öte "dik durmak"tan ibaretti.. Elazığ Atatürk Lisesi'nde görev yaparken 12 Eylül'ü yaşadı. Öğrencilerinin belindeki silahları çekmecesinde saklayabilecek kadar büyük yürekli adamdı.. Kaypaklığı hiç tercih etmedi..
İlk köy okulu görevini Ankara'da yaparken, herbir 19 Mayıs'ı, içinde o dönemi ve Atatürk'ü anlatan piyeslerin olduğu şölenlere çevirirken, heyecanı herkesin başını döndüren "esmer adam"ı tüm köylüler sevmişti.. 19 Mayıs'ları köyün kültür sanat festivali haline dönüştürebilmiş yakışıklı Sosyal Bilgiler öğretmeniydi benim babam..
Ankara'dan sonra Tokat'ta, Gürgentepe'de, Gülyalı'da da, bir şeyler anlatmanın yolunun yalnızca sınıftaki dersler olmadığını göstermek adına uğraştı.
 
Hatta kendi yönettiği piyesleri sahneleyebilmek için günlerce uğraşıp, okul bahçelerine geçici tahta sahneler inşa etti, bizzat kendisi, çekiçle çivi çakarak..
"Dinsiz öğretmen" dediler ama olsun, O hiç yılmadı, hiç geri adım atmadı..
Hiç de kavga etmedi..

Kitaplara düşkündü benim babam. Hâlâ düşkündür.. Dışarı çıktığımızda vitrininden kendini alamadığı tek dükkan kitapçıdır..
 
Tokat Turhal'dayken, sıkıntılı bir dönemimiz olmuştu , yakacak yakıtımız dahi yoktu.. Kar yaklaşık 30-40 cm kalınlığında.. Yorganın altında ısınmaya çalıştığımızı hatırlıyorum.. Babamın yolunu camdan gözlemek en zevk aldığım hobim o zamanlar..
 
Ve yine bir gün işte görünmüştü evin önünde, siyah paltosuyla..
Yorganın altından fırlayarak koştum kapıyı açmak için, açtım kapıyı, elinde iki koli..
 
İri iri..
 
Daha girişte omzundaki karları temizlerken hiç üşümedi ayaklarım, sıcacıktı babamın kokusu.. Çocukluk işte, merak ettim kolilerin içindekini... Açtım heyecanla...
Kışın göbeğinde kömürü olmayan, ve belki de mutfağı boş olan evine elinde iki koli yeni kitapla gelecek kadar çok sevdi kitapları bu adam....
 

"Hırsızlığın en makbulü, kitap hırsızlığıdır" der benim babam. "Okumak için kitap çalan adama kızmam" der.

Evimizde hiç vitrinimiz olmadı bizim.. Annemin her gün tozunu almak zorunda kaldığı bir mobilyamız da olmadı.. Babamın kitapları kolilerde, divan altlarındaydı..
 
Kitaplığımız da olmadı..

Hiç kendi evimiz olmadı bizim.. Hep kirada oturduk.. Hâlâ öyle..
Babam emekli olana kadar hiç arabamız da olmadı..
Babamın üzerine kayıtlı tek resmi evrakı vardı, o da T.C. Kimlik Kartı.....


Tüm babalar, çocuklarına miras bırakır..
Kimisi ev, kimisi araba, kimisi arsa, kimisi para...

Benim babamın bana mirası, Uğur Mumcu, Mustafa Balbay, Aziz Nesin ve diğerleri...
Benim babamın bana mirası, sevgi, hoşgörü, anlayış, hümanizm, empati, güleryüz....
Benim babamın bana mirası, asla tedavülden kalmayacak olan kitapları...

Okuduğu her bir sayfaya gönlünden dipnotlar düşen, büyük yürekli o esmer adamın,
Benim babamın doğum günü bugün...

Doğum günün kutlu olsun baba..