Ağır yüklerin altında eziliyordu İrfan. Tonlarca yükü bir sokaktan bir sokağa bir caddeden bir caddeye taşıyordu. Oysa İstanbul’a gelirken hayalleri vardı İrfanın. Genç ve güzel kızı Emine yi okutacak oğlu Sedat ı büyütecek ve vatana hayırlı bir evlat yapacaktı. Hani diyorlardı ya İstanbul’ un taşı toprağı altındır diye kanmıştı bu söze hamal İrfan. Göçünü aldı, İstanbul esenlere geldi. Çalıştığı hal Esenler’ e yakındı.
Karısı da ölmüştü garibim İrfan’ ın.Yozgat Sorgun belediye mezarlığına eşini toprağa verdikten sonra İstanbul’ a gelme kararını vermişti.İstanbul’ a ilk ayak bastıklarında, amaney ne büyük şehir İstanbul diye düşünmüştü. İyi ki de hemşosu Abdulkadir vardı koca şehirde. Derken hamal İrfan kızını ve oğlunu alarak esenlere yerleşti. Hemşosu Abdulkadir ile beraber hamallığa başladı. Artık onun için Yozgat ve Sorgun çok uzakta kalmıştı.
Nafakasını çıkarıyordu hamal İrfan. Günler günleri aylar ayları kovaladı. Dile kolay 3 yıl 2 ay geçmişti aradan. İstanbul çalışırsan taşı toprağı altındır diye düşünmeye başladı İrfan. Hoş hamallıkla başlayıp da tüccar olanlar da vardı mega kentte. Çalışkandı, güçlü kuvvetliydi, azimliydi İrfan. Artık o da hamallıktan kurtulmak istiyordu. Bir araba alma vardı hayalinde. Arabanın arkasında sebze meyve satacaktı sokak sokak. Paracıklarını günden güne hatta haftadan haftaya bankaya atıyordu.
İrfan ın kızı Emine gelişmişti, daha da bir serpildi. Mahallenin kasabını aşık olmuştu. Kasap Süleyman da Emineyi seviyordu. Gizliden gizliye sadece bakışıyorlardı. Keza fazla ileri gidemezdi Emine. Bilirdi babasının huyunu, ya duyarsa, sonu ne olurdu acep.Sonunda arabayı alacak parayı kazanmıştı İrfan. Kızı Emine’yi yanına alarak bankaya gitti. Bankadan alın teriyle emekleriyle kazandığı parayı çekti. Bugünün parasıyla 50 bin TL biriktirmişti hamallıktan.
Aman, o da ne! 4 soyguncu girdi bankaya, yüzleri maskeliydi. 4 ünde de silah vardı. Müşterilere ve çalışanlara kötü davranıyorlardı, camları kırdılar, insanları hırpaladılar ve bankada ki tüm paraları İrfan’ ın elinde ki 50 bin tl yi de alarak yanlarına İrfan’ ın gözünden sakındığı Eminine’ sini de alarak kaçtılar.
İstanbul’ un sosyetik bir semtinde güzel bir daireye girdi soyguncular. Paraları aralarında bölüştüler. Emine yi döverek bayılttılar. Soyguncular uyuşturucu çekerek alkol aldılar. İçtiler içtiler ve sızdılar. Gözü dönmüştü canavarların. Emine’ye tecavüz ederek güzel Emine ye de kıydılar.Emine yi öldüremediler, çünkü soygundan ceza almak adam öldürmeden daha azdı. Bunu biliyorlardı soysuzlar. Hunharca Emine’yi yere yatırıp ateşte kızdırdıkları iki çelik demiri Emine’nin gözlerine sapladılar. Emine ama olmuştu.Ama olan genç kızı arabaya koyup sokağa fırlattılar. Bir süre sonra insanların da yardımıyla polisler geldi. Babası geldi kızın başına. Emine, babasına her şeyi anlattı. Gözü dönmüştü Sorgunlu İrfan ın. Bakmaya bile kıyamadığı küçücük kızı Emine’ye tecavüz edip ama ettiklerini anladığında, “kana kan, intikam Allah-u Ekber” diyerek küçük bir araştırma yaptı.
Sonunda soyguncularının, canilerin saklandığı daireyi buldu. Ve elindeki bıçakla dördünü birden delik deşik etti. Bu da yetmemişti İrfana, kellelerini vücutlarından ayırdı. Dört kelleyi bir çuvala koydu. Polis karakoluna gelerek, karakolun tonton baş komiserine kelleleri teslim etti.
Bir dram yaşamıştı ifran. Kızının intikamını almıştı. İçindeki yangını soğutabilmişti. Ama önünde uzun bir hapis hayatı olacaktı. Çünkü katil damgasını yemişti irfan. Bir not bıraktı hapishanede, ben emekçi fakir İrfan’ ım, devlet baba çocuklarıma sahip çık, dedi. Ve gözlerimi kızıma taksın devlet baba dedi. İrfan gözlerinin kızına verilmesi için kısa bir süre sonra cezaevinde intihar etti. Emine sevdiğine kavuşamadı. Babacığının gözleriyle dünyayı görürken hemşerisi yağız bir delikanlıyla evlendi. Ve ilk çocuğunun ismini babam diye koydu.