Bir insanın çömelerek zor sığacağı beton odacıklarda duruyorlardı. Kayıtlarının olduğunu sanmıyorum. Haftalarca bekleyeni vardı sorgu için. Ve kıt sorulara, bol cevaplar isteniyordu. Geçici görevle yollandığım yerle, kaldığım konukevi arasındaki yolu, zırhlı araçlarla katediyordum. Kaldığım binanın, tam da yattığım odaya denk gelen dış cephesinde, anlamsız-‐özensiz sıva duruyordu. Boyasızdı yani. Yeni sıvanmıştı. “Niye böyle?”, diye ilk sorduğumda, cevap alamamıştım. Sonradan öğrendim ki: Roketatar mermisinin biri, tam da o noktada patlamıştı. Yıl 1988.
Kart-‐kurt-‐kürt teorisini ilk duyduğumda; tepeden tırnağa faşist olduğuna emin olduğum mesai arkadaşıma, bir daha acımıştım. Gözaltındaki kişiye iyice yaklaşmış, diz dize oturuyorlardı. Ve tezini, ensesine koyduğu eliyle de söylüyordu, muhatabını hafifçe sarsıyordu. Bense, o duyduklarımdan ve gördüklerimden yeteri kadar sarsılmış olsam da; kart-‐kurt-‐kürt tezinin bir profesöre ait olduğunu öğrendiğimde, daha da sarsıldım. Bir bilim insanı, dağ türklerine, karlı zeminlerde yürürken, bastığı yerlerde kart-‐kurt diye ses çıkarttıkları için; zamanla kürt denildiğini söylüyordu. Yıl 1989.
Evdelerdi işte. Silahlıydılar. Direnebilirlerdi. Direkt girecektik. Pencereydi sanırım. Atladığım yer uzunca bir koridordu. İşte, ayakta dimdik duruyor ve bana bakıyordu. Kucakladığı o koca silahı bana doğrultmuyordu ama. Tuhaftı. Gözlüğümün camları buhar kapladığından, görüntü iyice belirsizleşmişti. Sol elimle gözlüğümü çıkartırken, omzumda asılı silahıma dokunacaktım, ama net göreyim diye de tetiğe basamıyorum. Basmıyorum. En fazla 10 saniye olmuştu belki de, topu topu. Kalın şala sarılı, ben yaşlarda bir kadın, o kadının kucağında bir kundak, kundakta bir bebek! O günden itibaren, bir daha fişek yatağıma, hiç fişek sürmedim, kimselere de söylemedim. Hâlâ da söylemiyorum. Yazdım ilk kez. Yıl 1990.
Yollanmıştık işte. Gidin bakın, bu patlamalar-‐çatlamalar neyin nesi? anlayın, gelin-‐anlatın denilmişti. Tam da brifing alınırken, kapı destursuz açıldı! “Pasajda patlama oldu, yaralılar var! 2 kişi kaçmış! Birini yakalamışlar!”
Kitabevi, bombanın atıldığı dükkan. Hedef kitaplar değil elbette, işleten kişi.
Yıl 2005.
O şehirde göreve başladığımda, mesai arkadaşlarımdan ilgili olanlarına: “En iyi kürt, ölü kürt değildir!” diyerek, söze ve icraata başlamıştım. Öyle de oldu. Bu tercihimiz, birilerini boğsa da, çok kişiyi memnun ediyordu. Yıl 2006.
İkinci kez nasip olan, şark görevimi de kaytarmadan; tek gün bile rapor almadan tamamlamıştım. 2 sene. Su gibi akıp geçmişti. ”Kısmen satıh ve ciddiye alınır şekildeki hat müdafaamız, yakında nokta müdafaasına dönüşecek! Şehirlerden helikopterlerle tahliyeler de, çok uzak gelecek değil!”, diyerek vedalaştık. Yıl 2008.
Yukarı ilçelere doğru gidecektim. Ön bahçede gördüm onları. Silahlanmışlar, araçları da hazırdı. “eşlik edeceğiz, ne olur-‐ne olmaz!” dediler. “Bildiğiniz somut bir durum var mı?” diye sordum. “Yok” dediler. Teşekkür ettim, müsaade etmedim refakatlarına. Gizlice takip ettiler belki, korumak için. Yıl 2011.
Akîller gelecekti. Epey kıt bilgilerle, hazırlığımızı yaptık, karşıladık, işlerini yaptılar-‐gittiler. Hoş geldiniz diye elimi uzattığım akîl, tokalaşmadı benimle.
Hâlâ bilemem, polis olduğum için mi, erkek olduğum için mi? Yıl 2013.
Bedenler var; evinde, aracında, sokakta.. İstirahatta, görevde, pusuda, eylemde, saldırıda. Bedenler var, lâl kesilmişler. Parçalanmışlar. Tabutlara eşlik eden çocuklar var, kamyonda/helikopterde/merasimde. Tabuta konan ve tabuttaki babasına koşan çocuklar var. Bir fotoğraf düşüyor ajanslara. Geçmişten. Pembe pijamalı terörist, demişler zamanında. Tozlara bulanmış.
Kolu-‐kanadı kırık. Sağ baş ucunda bir silah. Ha desen yarı boyunca. Yıl 2015.
Ay ağustos, 16. gün. Pazar. Bir adam var, hitap ediyor. Bir elinde mikrofon, diğer eli ay yıldızlı kızıl bayrağın üstünde. Bayrak tabuta sarılı. Tabutta aslan parçası. “...her teröristi polisimizin de, askerimizin de vurma hakkı vardır..” diyor! Kolum-‐kanadım kırılıyor; utanıyorum. Havsalam almıyor. Eli, hâlâ tabutun üstünde mi?