Müslüman bir kişi Allah’a kulluk etme noktasında namaz kılacağı vakit gerçekten rahatsızlığı varsa en uygunu kıçını yere koyarak, ayaklarını da kıble doğru uzatarak kılması en uygunudur.

Efendim ben utanıyorum, onun için taburda kılıyorum diyen kişinin namazı olmaz.

Dinimizde sorumluluklar kulun gücüne göre belirlenmiş (el-Bakara, 2/286), gücü aşan durumlar için kolaylaştırma ilkesi getirilmiştir (el-Bakara, 2/185). Namazın rükünlerinden herhangi birini yerine getirmeye engel olan rahatsızlıklar da kolaylaştırma sebebi sayılmıştır (Buhârî, Taksîru’s-salât, 19 [1117]; bk. Ebû Dâvûd, Salât, 176 [948]). Buna göre; namazı normal şekli ile ayakta kılmaya gücü yetmeyen kimse için asıl olan, namazını oturarak kılmaktır. Böyle bir kişi namazını kendi durumuna göre diz çökerek veya bağdaş kurarak yahut ayaklarını yana ya da kıbleye doğru uzatarak kılar. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), nasıl namaz kılacağını soran hasta bir sahabîye, “Namazı ayakta kıl, güç yetiremezsen oturarak kıl, buna da güç yetiremezsen yan üzere yaslanarak kıl." (Buhârî, Taksîru’s-salât, 19 [1117]) buyurmuştur.

Buna göre ayakta durabilen ve yere oturabildiği hâlde secde edemeyen kimse namaza ayakta başlar, rükûdan sonra yere oturarak secdeleri îmâ ile yapar. Ayakta durabildiği hâlde oturduktan sonra ayağa kalkamayan kişi namaza ayakta başlar, secdeden sonra namazını oturarak tamamlar. Başı ile îmâ etmeye gücü yetmeyen kimse Hanefîlere göre namazını kazaya bırakır; gözleri, kaşları veya kalbiyle îmâ ederek namaz kılamaz (Merğinânî, el-Hidâye, 1/77; Mevsılî, el-İhtiyâr, 1/77). Ayakta durmaya ve rükû yapmaya gücü yettiği hâlde yere oturamayan kimse namaza ayakta başlar, rükûdan sonra secdeyi tabure ve benzeri bir şey üzerine oturarak îmâ ile eda eder. Ayakta durmaya gücü yetmeyen, ayaklarını yana veya kıbleye uzatarak da olsa yere oturamayan kimse namazı tabure, sandalye ve benzeri bir şey üzerine oturarak kılar, rükû ve secdeleri îmâ ile yerine getirir.

Unutulmamalıdır ki, kişi Rabbine ibadet ederken hem özde samimi olmalı hem de dinin belirlediği şekil şartlarını tam olarak yerine getirmeye özen göstermelidir. Bu sebeple namazını tabure, sandalye ve benzeri şeyler üzerinde kılan müminin ileri sürdüğü mazeretler, kendisini vicdanen rahatlatacak boyutta olmalıdır. Namazı asli şekline uygun olarak kılmaya engel olmayacak derecedeki rahatsızlıklar meşru mazeret olarak görülmemelidir.

Öte yandan üzerinde namaz kılmak amacı ile camilerde sıralar hâlinde sabit oturakların yapılmasının, cami doku ve kültürüyle bağdaşmayacağı da bilinmelidir.

Sadece oturarak ve yaslanarak kılınamayacak kadar ağır hasta olunduğunda kazaya bırakılır. Kişi sağlığına tekrar kavuştuğunda hem farz hem de kaza namazlarını kılar. Bunun dışında uzun bir süre ayakta kalamayan hastalar oturarak ve gözleri ile ima yoluyla namaz kılabilir.

Resulullah (sav)efendimizi : “Namaz dinin direğidir,” Namazını kılan dinini hayata tutmuş olur, namazı terk eden kişi de dinini yıkmış olur diye buyurmaktadır.

Namaz kılmak ibadet etmek yüce Allah’ın kuluna verdiği randevusudur, yüce Allah’ım kuluyla, kulunda Allah’ı ile buluştuğu andır, kulunun her türlü dilek ve temennilerini isteklerini kabul ettiği yerdir herkes buna riayet etmelidir.

Bir de kişi her türlü ihtiyaçlarını ayakta karşılıyor, çarşı pazar geziyor, işinde başında çalışıyor hatta ve hatta düğün dernekte göbek atıyor, camiye geldiğinde namaz kılmaya oturak arıyor.

Namaz ciddiyet ve samimiyet isteyen bir ibadettir. Kul Rabbine ibadet ederken hem özde samimi olmalı hem de dinin belirlediği şekil şartlarını tam olarak yerine getirmeye özen göstermelidir.

Çünkü kulun karşısında hakimler hakimi yüce Allah vardır.

Ahiret suallerinden olan ilki namaz ibadetidir.

Şurası da var ki, Resulullah (sav) efendimiz:” Kişinin kıldığı namaz, onu kötülüklerden alıkoymuyorsa, kişi o namazı kılmamalıdır.

Namaz kılan kişinin “Allah'ı görüyormuşçasına ibadet etmesi gerekir şeklinde belirtmiştir (Buhârî, “Îmân”, 37).

Kur’an-ı Kerim maun suresinin 5 ve 6. âyetlerinde, “Vay haline o namaz kılanlara ki, onlar namazlarının özünden uzaktırlar; halka gösteriş yaparlar” meâlindeki eleştiriyle verilmek istenen mesaj budur.

İlahiyatçı ✍️ yazar Hüseyin DENİZ