Temsili demokrasi bir çoğunluk yönetimidir. Ama asla çoğunluğun azınlıkta kalanlar üzerine kurduğu bir baskı değildir. Aslında bunun ifadesi çoğunluk da değil çoğulculuktur.
Eğer demokratik yollardan bir ülkede çoğulcu iktidar oluşursa, görevi hukuk kurallarıyla sınırlıdır. Azınlığı oluşturanların demokratik hakları yasaların teminat...ı altındadır.
Eğer çoğulcu iktidar, azınlıkta kalanların yasalardan aldığı demokratik güvenceleri hiçe sayar ve onların yaşama güvencelerini sınırlama yolunu seçerse meşruiyetini yitirir.
Demokratik bir seçim yoluyla iktidara gelen yöneticiler, seçildikleri andan itibaren sadece kendilerine oy atanların değil tüm toplum kesimlerinin yöneticisi olurlar. Yani kendilerine oy atmayan toplum kesimlerini de temsil ederler.
Eğer bir iktidarın Başbakanı çıkıp da toplum kesiminin %50’sini bir diğer kesiminin üzerine kışkırtma imasında bulunuyorsa bu demokratik toplumcu yönetim anlayışı adına yürekler acısı bir durumdur.
Oysa, tarihimizde yönetim görevine gelenlerin, yönetilenlere nasıl davranmaları gerektiğine ilişkin çok çarpıcı bir örnek de var. Bakınız Şeyh Edep Ali, Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu, Osman Bey, Beyliğini babası Ertuğrul Gazi’nin ölümünden sonra tahta geçice bakınız ona nasıl öğütte bulunuyor:
“Ey Oğul!
Beysin, bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül alma sana... Suçlamak bize; katlanmak sana... Acizlik yanılgı bize; hoş görmek sana... Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana... Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana..."
Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana..."
Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı… Allah (c.c.) yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin."
Bu sözleri okuduktan sonra her akşam haber kanallarının başına geçince ülkenin yönetiminden sorumlu başbakanın konuşmaları karşısında insanın irkilmemesi mümkün mü?
Yukarıdaki güzel örneği düşündüğümüzde; demokratik yollarla taleplerini dile getirenlere “çapulcu”, iki kadeh içki alana “ayyaş”, sıkıntısını dile getiren çiftçiye “ananı da al git”, rakip gördüğü siyasal kuruluşa “CHP zihniyeti pisliktir” demek sayın başbakana yakışıyor mu? 
Ağzından bal akması gerekirken kin ve nefret akıyor. Yazık oluyor toplumsal ilişkilerimize. Yazık oluyor toplumsal barışın geleceğine. Dindar ve kindar nesiller böyle mi yetişiyor. Yazık, yazık, çok yazık….
Biz ulus olarak bu sözlere hiç alışamadık. Alışamayız da çünkü, ne Atatürk’ün, ne İnönü’nün, ne Ecevit’in, hatta ve hatta ne Bayar’ın, ne Menderes’in ve ne de Demirel’in ağzından hakaret içeren hiçbir söz duymadık. Onların en hakaretamiz sözleri; “SAYIN” diye başlar ve saygı içeren bir üslupla devam ederdi.
Böyle bir siyaset geleneğinin içinden gelen bu toplumun üyelerinin şaşırmaması mümkün mü?
 
Alıntıdır: S.Çelenk

Temsili demokrasi bir çoğunluk yönetimidir. Ama asla çoğunluğun azınlıkta kalanlar üzerine kurduğu bir baskı değildir. Aslında bunun ifadesi çoğunluk da değil çoğulculuktur.

Eğer demokratik yollardan bir ülkede çoğulcu iktidar oluşursa, görevi hukuk kurallarıyla sınırlıdır. Azınlığı oluşturanların demokratik hakları yasaların teminat...ı altındadır.

Eğer çoğulcu iktidar, azınlıkta kalanların yasalardan aldığı demokratik güvenceleri hiçe sayar ve onların yaşama güvencelerini sınırlama yolunu seçerse meşruiyetini yitirir.

Demokratik bir seçim yoluyla iktidara gelen yöneticiler, seçildikleri andan itibaren sadece kendilerine oy atanların değil tüm toplum kesimlerinin yöneticisi olurlar. Yani kendilerine oy atmayan toplum kesimlerini de temsil ederler.Eğer bir iktidarın Başbakanı çıkıp da toplum kesiminin %50’sini bir diğer kesiminin üzerine kışkırtma imasında bulunuyorsa bu demokratik toplumcu yönetim anlayışı adına yürekler acısı bir durumdur.

Oysa, tarihimizde yönetim görevine gelenlerin, yönetilenlere nasıl davranmaları gerektiğine ilişkin çok çarpıcı bir örnek de var. Bakınız Şeyh Edep Ali, Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu, Osman Bey, Beyliğini babası Ertuğrul Gazi’nin ölümünden sonra tahta geçice bakınız ona nasıl öğütte bulunuyor:“Ey Oğul!Beysin, bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül alma sana... Suçlamak bize; katlanmak sana... Acizlik yanılgı bize; hoş görmek sana... Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana... Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana..."Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana..."Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı… Allah (c.c.) yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin."Bu sözleri okuduktan sonra her akşam haber kanallarının başına geçince ülkenin yönetiminden sorumlu başbakanın konuşmaları karşısında insanın irkilmemesi mümkün mü?Yukarıdaki güzel örneği düşündüğümüzde; demokratik yollarla taleplerini dile getirenlere “çapulcu”, iki kadeh içki alana “ayyaş”, sıkıntısını dile getiren çiftçiye “ananı da al git”, rakip gördüğü siyasal kuruluşa “CHP zihniyeti pisliktir” demek sayın başbakana yakışıyor mu? Ağzından bal akması gerekirken kin ve nefret akıyor. Yazık oluyor toplumsal ilişkilerimize. Yazık oluyor toplumsal barışın geleceğine.

Dindar ve kindar nesiller böyle mi yetişiyor. Yazık, yazık, çok yazık….Biz ulus olarak bu sözlere hiç alışamadık. Alışamayız da çünkü, ne Atatürk’ün, ne İnönü’nün, ne Ecevit’in, hatta ve hatta ne Bayar’ın, ne Menderes’in ve ne de Demirel’in ağzından hakaret içeren hiçbir söz duymadık. Onların en hakaretamiz sözleri; “SAYIN” diye başlar ve saygı içeren bir üslupla devam ederdi.Böyle bir siyaset geleneğinin içinden gelen bu toplumun üyelerinin şaşırmaması mümkün mü? Alıntıdır: S.Çelenk