Birkaç akşam önce canım yoğurt istemşti. Eşimden rica ettim. o da rahmetli annemden YADIKAR kalan KALAYLI BAKIR TAS içersinde mısır ekmeğiyle birlikte yoğurdu getirince inanınız ki tarihten bir yaprak misali 30 – 40 sene önceki yıllarım bir sinema şeridi gibi gözlerimin önünden geçerek inanınız ki çok duygulandım ve içimden bir AH! çektim. O DEVİRLERDE yediden yetmişimiz KALAYLI KAPLARLA büyüdük. Bugün dönüp baktığımda çocukluk yıllarımın çoğuna mutlaka bir bakır kabın eşitlik ettiğini görüyorum. Kışın ördek sobaların üzerinde tıslayan GÜĞÜM, yanında ona eşlik eden DEMLİK’TE ve mis gibi çaylar içerdik.

    Tereklere sıralanmış boy boy bakır sağanlar, iki kuplu muğlava tavaları ve bunlara eşlik eden çeşmeye suya giden kızların kolunun bir uzantısı gibi güğümler, yoğurt mayaladığımız bakraçlar, kışın yıkanmak  ve çamaşır yıkadığımız leğenler, ısınmak için içine sobadan köz ateş çektiğimiz altın sarısı renginde bakır mangallar, pekmez kaynattığımız kazanlar, yazın buz gibi ayran, kışın ateş gibi salepler içtiğimiz maşrapalar, hamur veya köfte yoğurduğumuz leğenler, devamlı gözümüzün önünde sağanlar, fırına gönderilen su böreği veya mısır ekmeği tepsileri, siniler ve daha nice kap kacak hep BAKIRDANDI ve bu durum o günler için oldukça normaldi:

   O zamanlar bilmesem de bu görüntü ve anıları sanki bu gün için biriktirmişim gibi

 geliyor BANA…! Hep özlemle andığım ve hayatımızda böyle hoyratça çıkmasına

çok üzüldüğüm BAKIR KAPLAR, o zamanlar günlük yaşantımızın en normal araç

gereçleriydi: ama yine de büyüklerimden bilhassa rahmetli babamdan hep bakır

kapların yapıldığı atölyelere dair bir şeyler duyardım. Bakır kaplar konusun da konusunda kimse Ermeni ustaların eline su dökemez derdi. Şimdiki Sırrı Paşa Caddesi

eskiden BAKIRCILAR SOKAĞI idi. Hala oradan yetişmiş olan can dosttu ağabeyleri

miz var. Kalaylandığı çamurla külle ovulup temizlendiği ve her seferinde eve yeni

yeni bir eşya gelmiş hissi uyandırdığı için bakır kapların hep yenilen bir hayatı olduğunu, üzerinde bir tarih biriktirdiklerini düşünürüm. Kalaya, giden eski kepçelerin yerine yenisi gelirdi sanki: ocağın üzerinde gün geçtikçe kararan tencerelerimizin bizimle beraber yaşadığını, değiştiğini hissederdim. Burada bakraç, leğen, sahan, kazan tava, güğüm, maşrapa, tepsi-sini, mangal, ibrik, semaver demlik, cezveler, hamam tasını da  asla unutamam. Bir zamanlar çok uzak değil birkaç naylon çamaşır mandalı için takas edilen bu bakır kaplar bugün çok değerli… Yapan ustaların sayısı azaldı. İyi bir örneğini bulmak için çok aramak, bulunursa da epey pahalıdır. Zaten hepsi fabrikalar da çekme olarak yapılıyor, elle yapılan sanat mazide kalırken ÖLDÜ… Ve o yılları yaşayanlar, bu gün çelik tencereler, teflon kaplarda yemeklerini pişirseler de BAKIR sahanlar da pişmiş yemeklerin, içilen çorbaların, maşrapalardaki ayranın tadını asla unutmuyorlar.’’Kalaylı ufak bir tenceremiz var, onda pişirilen PİLAVIN tadı, BİR BAŞKAYDI’’, demekten kendimi alamıyorum.