Kader ihtiyari, İslamiyet’in ve imanın nihayet hududunu gösteren, hali ve vicdani bir imanın cüzlerindendir. Yoksa ilmi ve nazarı değillerdir. Yani, mümin, her şeyi, haya fiilini, nefsini Cenab-ı Hakka vere, vere ta nihayette teklif ve mesuliyetten kurtulmamak için, cüz-ü ihtiyari önüne çıkıyor; ona ‘’Mesul ve mükellefsin’’ der. Sonra, ondan sudur eden iyilikler ve kemalatla mağrur olmamak için, kader karşısına geliyor; der: ‘’Haddini bil, yapan sen değilsin.’’ Evet, kader, cüz-ü ihtiyari, iman ve İslamiyet’in nihayet meratibinde; kader, nefsi gururdan; ve cüz-ü ihtiyari, adem-i mesuliyetten kurtarmak içinidir ki mesail-i imaniyeye girmişler. Yoksa mütemerrid nüfs-u emarenin işledikleri seyyiatının mesüliyetinden kendilerini kurtarmak için kadere yapışmak ve onlara olunan mehasinle iftihar etmek gururlanmak, cüz-ü ihtiyariye istinad etmek; bütün sırr-ı kadere ve hikmet-i cüz-ü ihtiyariyeye zıt bir harekete sebebiyet veren ilmi meseleler değildir. Evet, manen terakki etmeyen avam içinde, kaderin cayma ihtimali var. Fakat o da maziyat ve mesaibdedir ki, ye’sin ve hüznün ilacıdır. Kader deyip geçme; bakın ne diyor sırrın sahibi ; biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık. Allah insanlara akıl fikir vermiştir, bir işi yaparken iyi veya kötü olacağına karar verirken dikkatli düşünerek yapmalıyız. Sonunda herhangi bir şey olursa yapılan bu olayı kadere bağlamamak lazım.