Beni dinlemeyip okumaya karar verdiyseniz yarıda bırakanın kaşığı kırılsın (pardon ne kaşığı yaaa, çok daha güncel beddualar kullanalım))) lensi delinsin, plazması erisin, gözlükleri çatlasın, ekranları kararsın!)))
Vakit hallice gecikmişti.
Bundan yirmi yıl önceki GEZER firmasının bir reklamı aklıma geldi. Reklamda, içten bir kahkahayla, Ulvi Alacakaptan, “Mutlu İnsanlar Rahat Ayaklar” diye haykırıyordu. Evde ayağımın rahat edeceği bir terlik almalıyım dedim ve geç olsa da Kotyora’nın Fidangör caddelerine rotayı çevirdim.
Bakalım Ahmet Fidan (neyi Görecekti birinci ve ikinci Fidangör caddelerinde. Evden sokağa doğru süzülürken yumuşak gee (Ğ) çizerek istikamet alacaktım. (L çizmeyi, C çizmeyi anladık ta, yumuşağı ne oluyor diye sormayın. Bakın hemen bir yıldız koyuyorum yazının bütünlüğü bozulmasın diye yazı bitince dipnottan okuyun.*
Caddeye adımın verilmesinin mutluluğuyla sızdım ikinci Fidangör Caddesinden içeri. Yurdum insanların sağlı sollu hallerine gülümseyerek yürüyorum.
Yurdum insanları bir de Karadenizli olunca (benim gibi) daha da bir manidar oluyor.
Ve cadde üstündeki ilk ayakkabıcıya dalayım dedim. Dükkan önündeki tezgahı içeri taşıyan adama sordum:
- Pardon terlik– (var mı diyemeden) yok kardeşim yokk!! diye azar işitiverdim. (Empati yaptım ve adama hak vermeye çalıştım. Bir an önce tezgah toplanıp dükkan kapatılmalıydı. Müşterinin lafının ağzına tıkıldığını o an patronları nerden görecekti ki. Neyse aldırış etmeden sağlı sollu bakınarak terlik aramaya devamm.
Bir ayakkabıcı dükkanı daha gördüm. Eleman yerleri paspaslamış, ertesi güne kuru bir dükkan zemini bırakmak için rötuşları yapıyordu. Kırküç numara ayaklarımla zart diye basarak daldımm dalmaz olaydım.
-Eleman: Senin Ananın Ayakkabı numarası kaçtı sayın âbîcimm!
deyiverdi hiddetten detone olmuş ve sonuna gülümseme eklediği sesiyle))) ve cümlesinin sonunu iyi bağlamasının etkisi, biraz da korkakça bir ses tonuyla:
-Şey ben terlik şettirecektim!
demeye çalıştım ve: -Kırküç Numara, Kırküç Numara! diye seslendim.
Eleman: Teyzemiz mi giyecek deyince ben iş sarpa sarmasın diye usulca uzadım dışa ve caddeye doğru. Bakınarak yürümeye devam.
Hah sonunda bir çorapçı çantacı buldumm, burda vardır dedim ve içeri daldım.
- Pardonn, sizde Adam Terliği Var mı? diye seslendim içerideki bayana,
-Hayır Yok! diye cevap geldi. Artık ikinci dükkanın tecrübesiyle terlik kelimesinden önce “adam” kelimesini kullanmaya karar verdim. Ama kadının garipsemeden cevap vermesi tuhaftı.
İlerleyerek ve sağlı sollu bakınarak yürüyorum yine.
Bir başka ayakkabıcı dükkanı:
Bu sefer bir kelime daha ilave edeyim dedim ve:
- Pardon sizde kılıbık adam terliği var mı? diye sordum.
İçeride tezgah önünde duran bayanlardan biri cevap verdi:
- Hayır yok beyefendi!
Cevap gayet normal. Ama cevabın normal olmasını anormal yapan şey, sorunun anormal olması cevabın normal olması. Çünkü BİR; kılıbık adam terliği diye bir terlik üretilmedi, İKİ; böyle bir cümleyi ilk defa duyan bayanın cevap veriş hali ve şekli, (sanki dükkan önünden her geçen on kişiden beşi “kılıbık adam terliği var mı” diye soruyor ve onlar da hayır yok! diye cevap veriyormuş gibi olağan bir cevap vermeleri. ÜÇüncü olarak, bu son dükkandaki elemanlardan hiç birisinin bile kılıbık adam terliği nasıl bir terlik? diye merak edip sormamaları
Yurdum insanı işte, şaşılacak şeye şaşmaz, olağan bir soruya da hiddetlenir.. diye düşünerek dükkandan çıkk-karrkenn, üstten bir damla kafamın tam ortasına taaak diye düşmez mi. Kafatasım yarılayazdı. Başınıza gelmiştir. Tek bir damla başınıza düşünce insanı nasıl da sinirden zıplatıyor. Hızla elimi başımda gezdirerek ve su olduğuna kanaat getirerek normale dönmeye çalıştım ve yürümeye devam.
Ve bir başka dükkan:
-Pardonn, sizde adam terliği var mııı! diye seslendim.
İçerden güleryüzlü bir kişi ve nihayet beklediğim bir cevap:
-İnsan terliği var ama adam terliği olup olmadığına tanıyınca karar veririz! dedi gülümseyerek. Eh ben de daldım içeri. Şu erkek reyonunun üst katlara yapılmasına ifrit olarak ama cevaptan da memnun olarak.
Bu arada, daha evden yeni çıktığımda ilkin Migros’a uğramış oradaki terlikleri incelemiş, oradaki terliklerin hem fiyatının astronomik olması hem de ayağıma göre numaranın bulunmaması nedeniyle terlik yolculuğuna çıkmıştım.
Tam da istediğim cinsten, beni mutlu edecek yumuşakça bir ev terliği buldum. Hem de Migros’takinin üçte bir fiyatına. Bir Yurdum insanı da ben olarak madem öyle iki tane alayım diyerek 43 numaralı terlikleri çaplayıp alt kata indim. Güzel bir alışverişten sonra çıkarken, aynı beyefendi:
-Sanırım adama benziyosunuz! diyerek gülümsedi. Ben de gülümseyerek
-İnşallah! dedim ve çıktım.
Artık geri dönüş başlamıştı. Alacağımı almış olmanın mutluluğunu ve yurdum insanının çeşitliliğinin tebessümü ile giderken yağmur atıştırmaya başladı. Ben de:
Oh beee, dedim mutlu oldum. Biraz önce kafatasımı ortadan ikiye ayıracak kadar sert düşen damlanın etkisini yağmur damlacıkları kafamın bütün milimetrelerine softmodern vuruşlarla yayacaklar diye ıslanmaktan mutlu olarak evin yolunu tuttum.
Tammm yolun karşısına geçecekken, kırmızı ışıkta vınnnnnn diye geçen motosikletlinin kaskıyla uzun burnum arasındaki hızlı sürtünmeden kıvılcım çıktı. Adrenalin daha fazla yükselmeden hızlıca eve doğru karanlığa gömülürken içimdeki aydınlığa doğru gülümsemeye devam ettim.
BİR- Yazımı buraya kadar okuduysanız ve (en baştaki uyarımı dikkate almayarak beni dinlemediğinize göre) Yazıdan memnun olmadıysanız bu sizin suçunuz, ben okumayın demiştim yazının en başında :-)
İKİ- Yazıdan memnun olduysanız, demek ki yazarın dediğini yapmayarak ta insan mutlu olabiliyormuş, bunu tecrübe ettiniz size bir başka açıdan tecrübe kazandırmış oldum.
Yani kısaca şuna şöyle diyelim. Sanırım zamanınız boşa geçmedi. Aşağıdaki dip notu da okumadan yazıdan kaçmayın.