Artık kimse bu ve bir yastıkta kocamak istemiyor.
Yastıklar ayrıldı. Senin yastığın sana, benimki bana! Adı, ‘küstüm yastığı’ ; ayrılıklara duyarlı. Biri, bir ucuna yatağın, öbürü öteki… Alır gidersin başka odalara; KÜSTÜM! ‘Bir yastık’, dile getirilmemiş, imzaya dökülmemiş ebedi bir evlilik mukavelesi gibi… Aynı yastığa bir ömür baş koymanız. Küsmemeniz, ayrı düşünmemeniz için, orada öylece bekliyor o kutsal yastık sizi. Yalnız başınıza uyuduğunuzda, yarısı boş kalıyor. Anlamsız, doldurulamaz. Birinizin eksikliğini müsaadesi yok. İki kişilik uykular için icat edilmiş; ancak ölümle bozulacak evlilikler için tasarlanmış. Sevginin, anlaşmanın, iki yabancı insandan bir eş ‘olmanın simgesi gibi baştanbaşa yatakta, iki ömür kadar uzun’. O iki ucu kanaviçeli gelin yastıklsarı ölümden başkasının ayıramayacağı Ebedi evliliklerin sigortası mıydı? Bütünlük fikrinin simgesi; Ayrılık, küsmek, boşanmak, yatağı, yastıkları ayırmak bir ihtimal bile değil. İki gönül bir ise iki baş bir yastıkta gerek! Ve bu ön kabul ta gençlik günlerinden, şuur altında, evlilik fikrinin doğal bir parçası gibi çalışıyor olmalı. ‘ikimiz bir fidanın güller açan dalıyız’ günler o günler işte. Bir ‘ev’ kurulacak o eve evliliğin sırrını taşıyan bir nesne gerek. Pamuğun ve yünün en iyisi ile doldurulacak, yüzüne kumaşların en yumuşağı uçlarına satenlerin en parlağı…
İllaki kanaviçeler… Kırmızı, mavi, sarı, yeşil ve mor iplikler ince dokunuşlarla bir resim çizecek, iki kişilik renkli uykular için. Resimler, evet, dal uçlarına konmuş serçe kuşları, bülbüller; sarmaşık gülleri, sümbül; Kim bilir kanaviçenin hangi bir yarısında Salı verilmiş utangaç bir gülücük… 
Ve tam o sırada hülyanın unutturduğu iğne parmağa batıveriyor! Ah güzel dalgınlık, güzel hülya! Önce yastıklar ayrıldı. O uzun, eski zaman genç kızlarının hayalleri gibi yastıklar, hafif bir mahcubiyetle modası geçti diye kaldırılıp atıldı. Kızların çeyizlerinde, bir ömür aynı rüyaları gösterecek gelin yastıkları bulunmuyor artık. Aynı yastığa baş koymanın imkânı yok! Evliliklerin bitişi, bir yastığı alıp gitmek kolay elyaf veya pamuk bir yastık kadar hafifliyor aşkların içeriği. Bir kanaviçe sabrı parmaklara batmış iğnelerin acısı ile bölünmüş uzun hülyalar yok. O güler yüzlü sümbül resimleri ve daima güzel günler düşündüren işlemeler de. BÜTÜN SIR OYASTIKLARDA MIYDI? 
Onlar eşya yığınlarının ardına atılınca yahud belirli belirsiz suçluluk duygusuyla çöplere bırakıldığında, yerlerine konan ayrı yastıklarda ayrı ayrı hayallermi kurulmaya başlandı? O uzun yastık ikinizindi. Sizin eviniz, sizin yatağınız sizin geleceğiniz gibi. Sonra ikinizin ayrı ayrı eşyası, ayrı ayrı hülyası ve geleceği konuşulur oldu. ‘bir elmanın iki yarısı’ olmayı söylemez oldunuz. Siz, ‘siz’ diniz, o ise ‘o’ydu! Herkesin ayrı bir yolu, kendi ayakları üzerinde duracak gücü vardı. Ve akşam, kendi yastığını alacak bir yeri… 
Sonra anlaşmazlıklar, kırgınlıklar… Sonra kavgalar, ayrılıklar oldu. İlk sarsıntıda dağıldı her şey param parça! ‘Aile içi şiddet dediler adına yanlış ‘aile olamayışın şiddeti’ denile bilirdi buna. Siz bir aile olamamıştınız. Çünkü birlikte aynı rüyayı göreceğiniz, incecik ve upuzun, kanaviçe işlemeli BİR YASTIĞIMIZ BİLE YOKTU!
Son kararım; Allah sizi sağlıklı, mutlu ve mesut olarak
bir yastıkta kocatsın…AMİN!