“Yapacak hiçbir şeyi olmadığı ortada,” demişti. Öyle hatırlıyorum yalan yanlış. Yalnız öyle bir durum vardı ki ortada hatırlanması gereken, unutulmaması ve unutturulmaması istenen ve dilenen bir şey… bir durum… bir duruş… bir sevgisizlik ağı ve nefret tarlası.
“Bu ve bunun gibilerin yapabileceği çok şey yok aslında ama her nasıl oluyorsa sonunda yolsuzluklarıyla, kıskançlıklarıyla, nefretleriyle, yalanlarıyla ve bütün beceriksizlikleriyle bir yere gelen yine onlar oluyor. Nasıl oluyor bu?” diye sormuştum ben de.
Her şeyi sorgulamak, soru üretmek, ürettiğim soruları başka başka sorulara ayırmak gibi onulmaz bir tavrım vardı ve ben, bu tavrımı çok seviyordum. Bana insan olduğumu hatırlatıyordu.
“Onun, babasının padişah tahtından inmediği ortada,” diye eklemişti. Ekleyeceği şeylerin ilkiydi bu. Ben konuştukça beni dinlemeyi sürdürecek, ara ara eklemeler yapacaktı. Sanki buna sözleşmiştik. Gizli bir anlaşmaydı bu.
“Evet, bunlar böyledir,” diye kestirip atmak istemiştim önce. Sonra kendi kendimle hesaplaşmaya tutulmuştum içerde. “’Bunlar’ değil, genelleme yapmak istemiyorum,” demiştim ardından da ve bu sefer de başka bir hesaplaşmaya yuvarlanmıştım içimde. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım genelleme yapılmadan anlatılmıyordu bazı konular. Ama yapılan her genellemede de bir hainlik, bir sinsilik, bir kendini üstün görme hâli saklıydı. Benimki ondan değildi. Ben anlatmak istiyordum. Hikâyeler büyütüyordu beni ve ben anlattığım hikâye kadar var olabiliyordum hayatta. O yüzden anlatmam lazımdı. Hiç susmadan. Durmamacasına. Yaşamla savaşır gibi.
“Bunlar geçerler babalarının tahtına ve oradan idare edebileceklerini sanırlar herkesi. Her şeyi onlar bilirler ve istedikleri yaşamı sonlandırmak sanki onların ellerindedir.”
“Anlayabildikleri bir şey var mı acaba?” diye sorgulamış, ardından da devam etmişti: “Hayır, bunu onları küçümsemek için sormuyorum. Ben, her şeyden önce insana değer veren biriyim ve kimseyi küçümsememem gerektiğini çocukluğumdan beridir biliyorum. Ama… insan işte, merak ediveriyor böyle gereksiz soruları. Soruyor da.”
“İnsan hayatını kendisinin sonlandırabileceğini düşünen insanın anlayışından da şüphe ederim ben, anlama kapasitesinden de!”
Kestirip atmamıştım tabii. Bazı insanlar, ötekilerden farklı olur. Ötekiler kötüyken, o iyi olur. Topluluk kötüyken o zoru, iyi olmayı seçmiştir. Peki, bu seçimler neden hep iyi olanı yorar?
“Bazıları ruhlarını bedenlerine teyellemekle geçirirler zamanlarını, bazılarıysa ruhlarını nasıl çıkarıp atacaklarını düşünerek. Ben şu yaşıma kadar bir sürü iş yaptım. Ama bunlar, yaptığını iddia ettiği işe dair de hiçbir şey bilmediklerini kabul etmezler. Bu bir tür ikiyüzlülük değil de nedir?” demiştim pat diye.
Konuşmamış, susmuştu o da. Çok şey yatıyordu bu konuşmanın ardında. Alt metni kalabalık, ruhu darmadağınık bir konuşmaydı ama anlattıkları insanın kanını donduracak kadar da gerçekti. Öyleydi işte.