Her yeni ocak ayına girdiğimizde içimi garip bir hüzün kaplıyor. Oysa oğlumun, yeğenlerimin, benim ve de ailemde çoğu kimsenin doğumları günleri ocak ayındadır! Umudun başladığı yılbaşıdır. Yani sevinçle bakmam gereken bir aydır ocak. Ama öyle olmuyor! Çünkü çeşitli yılların ocak ayında, ülke tarihinin ve bir o kadar da vicdanlarımızın en karanlık günlerini yaşadık. Bildiğim, sevdiğim, birlikte Türkiye’yi düşündüğüm, farklı düşüncelerinden çok şey öğrendiğim insanların çoğunu ocak ayında kaybettim! Türkiye’nin aydınlık insanlarını yok eden o karanlık ilişki, nedense kendini hep ocak ayında göstermiş.
O kişiler ki; laik demokrasiyi hedefleyen, evrensel hukukun üstünlüğüne inanan, tarafsız ve bağımsız yargıyı isteyen, hak ve özgürlüklerin alabildiğince genişletilmesini talep edenlerdi. Çağdaş ve modern bir ülkede yaşamak istedikleri için öldürüldüler! Antiemperyalist, Cumhuriyetçi, emek sömürüsüne karşı, dayanışma ve barıştan yana oldukları için katledildiler! Arkalarından ağladık. Ama gerçek katillerini bulamadık! Hoş, siyasiler, devlet ve ne yazık ki halkımızda, katilleri bulmak için çaba göstermedi! Yapılan yalnızca ölüm günlerini anmak oldu! Yani onları, sadece hatırlayarak geçiştiriyoruz! Oysa yerleri hâlâ doldurulamadı.
Kimlerdi onlar?
Onlar; Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Gaffar Okan, Abdi İpekçi’ydiler…
Onlar; Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Çetin Emeç, Turan Dursun, Necip Hamlemitoğlu ve isimlerini saymadığım cesur ve kararlı aydınlarımızdı!
∗∗∗
Hafızalarımızı tazeleyelim. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla kapitalist/emperyalist ülkeler, zafer çığlıkları atarak yayılmacı stratejilerini başlattı. Hedefleri arasında Türkiye de vardı! Önce, gençleri oyuna getirdiler! “Tam bağımsız Türkiye” diyen, laik demokrasi, özgürlük ve eşit haklara sahip olmayı hedefleyen, emeğin en yüce değer olduğuna inanan, ezen ve ezilenin olmadığı bir ülke için mücadele eden devrimci gençlerin üzerine, eli silahlı sağcıları saldırtarak ülkede kaos yarattılar. Günde 20 genç öldü. Sokaklar kan gölüne döndü. Gençler, bilim insanları, aydınlar, sanatçılar ve emekçiler kalleşçe katledildi. Altı bini aşkın yurttaşımızı kaybettik.
Sonra, 12 Eylül faşist darbesini yaptılar. Ülkede demokrasi askıya alındı. Siyasal İslam’ın önü açıldı. İpekçi ve Papa cinayetlerine ışık tutan, Türkiye’de yapılan yolsuzlukları, soygunları açığa çıkaran, din tacirlerinin gerçek yüzünü teşhir eden, siyasal İslamcıların Atatürk Türkiye’sini çağdaş bir ülke olmaktan çıkarma gayretlerini halka anlatan Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993'te arabasına konan bomba ile katledildi.
Uğur Mumcu, Musa Anter'in 20 Eylül 1992'de öldürülmesinden sonra kaleme aldığı "Dipsiz Kuyu" başlıklı yazısında şunları yazıyordu: “… Ortadoğu, emperyalizmin kol gezdiği, terör örgütleriyle çeşitli istihbarat örgütlerinin kanlı ve kirli oyunlar oynadığı karanlık bir dipsiz kuyudur. Oyuncuların ilk hedefi laikliktir.” Bu can alıcı tespiti yapan Mumcu’yu öldürtenler yani gerçek failleri bulunmadı! O’nun düşüncelerini ve değerini, devleti yönetenler ve siyasiler de hâlâ anlayamadı!
31 Ocak 1990’da uğradığı silahlı saldırıyla katledilen, Atatürkçü Düşünce Derneği kurucusu Prof. Dr. Muammer Aksoy demişti ki; “Türkiye’nin ana davası, laikliktir. Laiklik ilkesinin kalkmış olduğu bir Türkiye, çağdaş uygarlık düzeyine kesinlikle ulaşamaz. Dolayısıyla laiklik Türkiye’nin, Türk Devleti’nin yaşam sorunudur.” Dikkat edilirse katledilen aydınların tamamı, Türkiye’nin laik demokratik bir ülke olmasında hemfikirdiler!
∗∗∗
Türkiye’de, iktidarı ele geçirmek isteyen siyasal İslamcıların ilk hedefi, önce laik düzeni kaldırmak, sonra evrensel hukuk ve bilime dayalı eğitimden vazgeçmektir. Böylece, bilinçli yurttaş değil kul, millet değil ümmet yaratılacaktır! Nitekim aciz ve işbirlikçi muhalefet sayesinde bu amaçlarına ulaşmak üzereler! Şimdi Anayasa’dan LAİKLİK ilkesinin çıkarılması hazırlıkları yapılıyor! Utanmadan, “Laiklik tehlikede değil” diyenler, aslında onların değirmenine bilerek su taşıyanlardı! Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in niteliğini değiştirmek isteyenlere ne yazık ki, “misyonu laik demokratik Türkiye’yi” korumak olan CHP’nin sessiz kalarak meydanı boş bırakması, içimizi acıtan en ciddi konudur!
TBMM’nin 3 Mart 1924’te çıkardığı yasayla kaldırılan halifeliği AKP, yasanın birinci maddesine istinaden “halifelik; hükümet ve Cumhuriyet yani TBMM’nin anlam ve kavramı içinde saklıdır” ifadesine dayanarak yeniden ilan etmek istiyor! Anayasa’daki laiklik ilkesinin kaldırılması taleplerine sessiz kalanlar, şimdi halifelik hevesine de açılan hilafet bayraklarına da şeriat isteklerine de ses çıkaramıyorlar!
Bilinmeli ki bugün, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik demokratik ilkelerini, sosyal ve hukuk devleti yapısını değiştirip İslam Cumhuriyeti’ne dönme adına kumpaslar kuranlara karşı daha şiddetli mücadele etme günüdür! Bu mücadele çağdaş yaşama giden yolun son çıkışıdır!