Eski zamanlardan birinde, bir yönetici bilge kişiye en iyi ve en kötü organımızı söyle. Diyince, bilge kişi,-En iyi ve en kötü organımız dilimizdir. Demiş. Yönetici nasıl olur? Diye sorunca da bilge kişi, iyi şeyler de kötü şeylerde bu organ tarafından söylenir. Demiş.
Özgüveni yerinde, kendisi ile barışık, bilgili ve yeniliklere açık insanlar; Her olayın nedenlerini araştırırken kendi ve yakın çevresinin de hatalarını görürler. Gelişen yeni durumlar karşısında paniklemeden soğukkanlılıkla durum değerlendirmesi yaparlar. Liderler, kriz dönemlerinde gösterdikleri tepkilerle ölçülürler.
Yakın bir geçmişte ülkemizi en uzun süre yöneten başbakan unvanını kazanan R.Tayyip Erdoğan, on yıldan beri sürekli inişli çıkışlı yaklaşımlar sergiledi. Zaman zaman derleyip toparlayıcı, herkesi kucaklayan, toplumun beklediği reformları yapacak görünen bir lider portresi çizerken, hiç beklenmedik yerlerde de toplumu bölen, birilerini ötekileştiren, komşu ülkelerle gereksiz sürtüşmeler yaratan bir uygulama içinde oldu.
Başbakan’ın baştan beri kullandığı buyurgan dil, önceleri zamanla düzelir. Güçlendikçe olgunlaşır diye düşünüldü bazı çevrelerce. Ama tam tersi oldu. Giderek görev ve yetki sınırlarını zorlayan alanlarda da belirleyici hatta buyurgan olmaya başladı. Zaman geçtikçe başbakanı savunan köşe yazarları bile bu durumu eleştirmeye başlayınca, el altından, bazende alenen kendisini eleştiren gazetecileri işinden etti. Hatta bazı gazete patronlarını azarladı.
Komşu ülkelerle yaşanan gereksiz sürtüşmeler yetmezmiş gibi her geçen gün ülke içindeki meslek gruplarını da karşısına almaya başladı. Doktorlar, gazeteciler, aydınlar, öğrenciler, sanatçılar v.b. bu liste o kadar uzadı ki; Üniversitelerde yumurta atan öğrencilerle başlayan süreç ’GEZİ PARKI’NA değin geldi.
Doğaldır ki; Her ülkenin dostları da vardır, düşmanları da. Hele bizim gibi tüm komşuları ile sorunu olan bir ülkenin düşmanı olmaması düşünülemez. Doğaldır ki; Her yöneticinin de düşmanları olabilir. Fakat Her olayı komplo teorileri ile açıklamaya çalışmak en hafifinden, PARANOYADIR.
Başbakan’ın bu buyurgan dili zaman içinde giderek dinsel içerikler kazanmaya ve hatta ülke içinde ve dışında mezhepsel bölünmeye işaret etmeye başladı. Suidi, vahabilerle ve Katar emirliği ile Suriye’ye demokrasi getirmeye çalışmak, Reyhanlı’da ölenleri mezhepleri ile anmak. Son dönemde alan konuşmaları adeta cami vaazlarına benziyor. Hürriyet gazetesinde ki köşesinde Yılmaz Özdil bu konuya geçenlerde değindi.
Geçmişte, televizyonlarda yandaşları Başbakan’a toz kondurmazlarken, gezi parkından sonra yarım ağız savunmaya çalışıyorlar. Başbakanın ne derece doğru olduğu tartışmalı konuları alanlarda halkla paylaşması cahil veya fanatik yandaşları durumdan görev çıkarmaya götürebilir. Tüm yöneticilerin söyleyecekleri her şeyi iyi düşünmeleri gerekir.
Kısacık demokrasi tarihimiz, bir dolu olumlu ve olumsuz örnekle doludur. Demokrasilerde partiler, demokratik yönetimlerin yaşama geçebilmesi için birer araçtır. Aslolan, Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşamasıdır. Seçimle gelenlerin bir müddet sonra çok başarılı olsalar bile seçim kaybetmeleri doğaldır. İş başına gelirken bunu kabullenmek gerekir. Kırıp, dökmeden yapılan toplumsal eylemler, yöneticiler tarafından doğru algılanabilinirse, 1968 Fransa’sında olduğu gibi. Toplumun beklediği reformlar yapılır. Ülke yoluna devam eder. Yok, mesajlar doğru alınmaz ise;1968 Türkiye’sinde ki gibi;1971 Askeri girişimi olur. Bugün askeri girişim olasılığı yoktur. Ama Ülkemiz kaosa sürüklenebilir.Polis sayısını bu kadar çoğaltmakta, hayra alamet değildir.
R.Tayyip Erdoğan, geçmiş örneklerde de gördüğümüz gibi,%35 e düşen oyunu politize ederek bir dönem daha iktidarda kalmak, olabiliyorsa Çankaya’ya çıkmak istiyor. Fakat Bu beklenti için toplumu germeye, inandırıcılığı olmayan söylemlerle toplumu kutuplaştırmak, kendisine de yarar sağlamayacaktır. Bu arada R.Tayyip Erdoğan’ın yakın çevresine çok iş düşmektedir. Acilen Başbakan dostları tarafından uyarılmalıdır. Komplo teorileri yerine gerçekler, dile getirilmelidir. Yoksa ülkemiz bu gidişattan zarar görecektir.25.06.2013