İnsanoğlu yaşanılan hayat içersinde dost ve güvenilir kişilere ihtiyacı vardır.Her insan için bir gereksinmedir, dertlerini ve sorunlarını bir arkadaşıyla veya yakın dost bildiği insanlarla paylaşması. Bu sayede biraz olsun insan rahatlar ve üzerindeki olumsuz enerjiyi atarak hayata pozitif bakmasını sağlar. Hiç kimsenin tek başına yaşama imkanı yoktur. Her insanın mutlak bir arkadaş grubu veya çevresi vardır. Arkadaş seçmek ona güvenmek ve inanmak sanıldığı kadar kolay bir şey değildir. Fakat, işin diğer tarafı ise arkadaş olarak insanlar birbirine güvenmek zorundadır. Dostluklar ve arkadaşlıklar ancak insanlarin birbirlerine güven duyması ile gelişir.
Arkadaş insanların kendilerini yaı karakterlerini ortaya koyan kişilerdir. Toplumda şöyle bir söz vardır arkadaşını söyle senin kim olduğunu söyleyeyim.
Kişi dost ve arkadaşın seçerken çok dikkat etmesi gerekir.Çünkü Resulüllah kişi arkadaşının dinini üzerindedir der.
Tabiki bu dostluklar ve arkadaşlıklar birazda şansa bağlıdır. Arkadaşına çok güvenirsin bütün sırlarını ona anlatırsın, bir bakmışsın dost olarak gördüğün arkadaş karşına bir anda düşman olarak çıkmıştır. Malesef çoğu zaman güven duyduğularının zedelendiğine ve arkadaşına ihanet denlere ve o onursuz davranışlar devreye sokanlar arkadaşlarını aldatan sinsi planlar kuran kişilere bazen rastlamaktayız.
Kendisine olan güven duygusunu kötüye kullanarak karşındaki kişiyi aldatmak ve ona hainlik yapmak, ayrıca kendi menfaatleri doğrultusunda kullanarak ihanette bulunmak hem kalleşliktir hemde onursuz bir davranıştır.
“Bir Gün Padişah Yavuz Sultan Selim pazarda gezerken keklik satılan bir tezgâh görür ve keklik satılan tezgâha yönelir. Bütün keklikler 1 altındır fakat bir tanesi ayrı bir kafes içinde ve 100 altındır. Yavuz Sultan Selim sorar: -Bunlar 1 altın da bu neden 100 altın? Satıcı: -Hünkârım 100 altınlık olan ötüşüyle diğer keklikleri kendine çeker ve yakalanmalarını sağlar. Yavuz Sultan Selim 100 altını çıkarıp adama verir ve -Ver o kekliği bana! der. Herkes şaşkınlık içinde napacak acaba koca Padişah bir kekliği diye düşünürken Yavuz Sultan Selim kekliğin kafasını tuttuğu gibi gövdesinden ayırıverir ve der ki: -Kendi ırkına ihanet edenin sonu budur!” Yaradılışları gereği insanlar yaşadıkları ya da maruz kaldıkları her türlü kötü durumu affedebilir. Fakat söz konusu ihanet olduğunda, düz akan sular terse akmaya başlar. Çünkü ihanet, insanlar üzerinde derin izler bırakabilir. Vatana ihanet, inançlara ihanet, sevgiye ihanet, aileye ihanet, arkadaşa ihanet sonrası durumlarda insanlık yarasını kapatamaz ve üzerine güvensizlik zırhını giyerek, o yarayı sürekli yavaş bir biçimde kanatmaya devam eder. Yaranın kabuk bağlamasına izin verebilme düşüncesi bile ihanete uğramış insanları rahatsız eder. Ama her ne şekilde olursa olsun, ihanet edenler aslında ilk kendilerine ihanet eder ve en çok da kendilerini yaralarlar. Vatan söz konusu olduğunda ihanet edenler, o esnalarda bir takım çıkarımlar sağlasa da gerçekler gün yüzüne çıktığında hain olarak lanse edilirler. Ve koskoca vatanda zamanında onlara normal bir vatandaş gözüyle bakanlar, tiksinti, iğreti bakışlarla bakarlar. İkili ilişkilerde de sevdiğiniz kişiyle dürüst ve güvenilir bir ilişki içerisinde olmayı beklemek çok doğal bir şeydir. Hele ikili ilişkilerde birlikte olunan süreç ne kadar uzunsa ihanete uğrama durumunda açılan yara da o kadar büyük olur. Bir psikoloğ’a göre “En ağır ihanetler, en sadık kölelerden gelir çünkü orada iki zıt kutup duygu bünyede aynı anda taşınır.Benliğini yok edene karşı olana nefret ve öfke ve ondan kurtulamamanın getirdiği hırs, yanı sıra onsuz hiçbir şey yapamamanın aczi içindeki tutku ve bağımlı sevgi kişiyi ihanete götürür…”
Son söz olaraktan Allah Resul’ü bir hadislerinde şöyle buyururlar:”Bizi aldatan bizden değildir. Ne aldanan ne de aldatan olunuz! Biz müslümanlar olaraktan her halimizle güvenilir olmak zorundayız.
İlahiyatçı ✍️ yazar Hüseyin DENİZ