Aynı başlık ile aynı konuyu tekrar yazmak zorunda kaldım. Lütfen beni yanlış anlamayın. Gelişmelere bakınca konuyu yeterince anlatamadığımı düşündüm. O nedenle konuyu biraz daha açmak için bu yazıyı yazıyorum.
Televizyon programlarına çıkan birçok aydın, -Tek partili dönem diye başlıyor. ölçüsüz eleştirilerde bulunuyor. Doğal olarak o günleri yaşayanlar oldukça azaldı. Maalesef, gençlere sorduğumuzda çoğundan, Lozan barış antlaşması, Cemal Süreyya Aydemir’in TEK ADAM, İKİNCİ ADAM, ENVER PAŞA kitaplarının yanı sıra, Lord Kinros’un ATATÜRK’ünü, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun YABAN, Falih Rıfkı Atay’ın ZEYTİN DAĞI’NI ve bunlara benzer yakın dönem tarihimize ışık tutan yayınları okumadıklarını hatta duymadıklarını üzülerek gözlüyorum.
1980 darbesi sanırım özellikle küçük burjuva memurları yapılarının da gereği örgütsüzlüğe yöneltti. Bir avuç yurtsever aydın eylemden eyleme koşturup duruyorlar. Maalesef geçmişin militan öğretmenlerinin çoğu ortada yok. Son gezi eylemleri biraz geçmişlerini hatırlayıp silkinmelerine sebep oldu. Sanırım, çocuklarından utandılar.
Ülkemizde aydınlar maalesef yeterince örgütlü değiller. Ama her kahve de lokalde konuşup duruyorlar. Bu şuna benziyor.’Ben bir elbise istiyorum. Ama terziye provaya bile gitmiyorum. Fakat Elbisenin istediğim kumaştan ve istediğim gibi olmasını istiyorum. Yok, böyle bir şey. Ne kadar katılım, o kadar istediklerin.
Askerlerin katkıları ile ite kaka oluşturulan, Türkiye Cumhuriyeti, doksan yılda ancak bu kadar yol aldı. Yoksa Lozan Barış antlaşmasını hezimet sayarak, 12 Adaların 1916 yılında İtalyanlara verildiğini bilmeden Lozan’da niçin verildi? Diyerek yani kısacası tek parti dönemini bugün gibi düşünerek eleştirmek, hatta iktidara şirin görünmek için yerden yere vurmak kimseye yarar sağlamaz.
Mutlaka geçmişte yapılan hatalar vardır. Bunların bugün yapılmaması için önlemler alınmalı ve de ülkemizde demokrasinin tabana yayılması için çalışmalar yapılmalıdır.
Demokrasinin tabana yayılmasının birinci koşulu STK’ların çoğalması ve siyasi partilere baskı yapmalarıdır. İkinci koşul parti üyelerinin çoğalması ve parti içinde seslerini yükseltmeleridir.
Ülkemizde yükselen muhalefeti kucaklayacak, projeleri olan geniş kitlelere güven verebilecek bir muhalefet maalesef henüz yoktur.
Fransa’da başkanlığına garanti gözü ile bakılan Oliver Kaan, bir skandalla bitti. Avrupa’da bırakın kendisini danışmanının hatası yöneticileri istifa ettiriyor. Ülkemizde ise, hatta halk tarafından alkışlanıyor. Siyasilerin yakınları abat oluyor kimse sesini çıkarmıyor. Oysa Avrupa’da bırakın muhalefet partilerini kendi partisi bile kim olursa olsun hatalı olanı savunmuyor.
Tek parti yönetimini eleştirenler o dönemde olsalardı, inanın padişahlıklarını ilan ederlerdi.
Fransa ihtilali bile yüz yılda ne badireler atlattı açın okuyun. Ülkemizde bu son yıllarda yaşananları Dünya’nın uygar ülkeleri anlamakta güçlük çekiyor.
Önümüzdeki yaklaşık bir yıl hepimiz için çok önemli, örgütsüz gibi de görünse yükselen bir muhalefet var. Bu yükselen muhalefeti doğru algılayıp öncülük yapacak bir parti maalesef henüz görünmüyor. Umarım ve de dilerim ki; Ana muhalefet partisi, tutuklanan bayrak satıcısına bin bayrak vermek yerine uygun olan bir belediyede kalıcı bir iş verir.
Daha öncede yazdım. Üzülerek görüyorum ki; İktidar partisi, bu iyi niyetli gençleri suça itmeye çalışıyor. Daha doğrusu bu kadar baskı, olayları önlemez geçmiş örneklerde olduğu gibi terör örgütlerine elemen kazandırır.
Gün kahve köşelerinde konuşmak yerine STK ve SİYASİ PARTİLERDE görev alma günüdür.Özellikle CHP geçmişte yakınında olan, bu günde oy veren insanları partiye kazanmaya çalışmalıdır. Mevcut yöneticiler isterler mi? Acaba???
Kısacası, ne kadar katılım, o kadar demokrasi. 

Aynı başlık ile aynı konuyu tekrar yazmak zorunda kaldım. Lütfen beni yanlış anlamayın. Gelişmelere bakınca konuyu yeterince anlatamadığımı düşündüm. O nedenle konuyu biraz daha açmak için bu yazıyı yazıyorum. Televizyon programlarına çıkan birçok aydın,

-Tek partili dönem diye başlıyor. ölçüsüz eleştirilerde bulunuyor. Doğal olarak o günleri yaşayanlar oldukça azaldı. Maalesef, gençlere sorduğumuzda çoğundan, Lozan barış antlaşması, Cemal Süreyya Aydemir’in TEK ADAM, İKİNCİ ADAM, ENVER PAŞA kitaplarının yanı sıra, Lord Kinros’un ATATÜRK’ünü, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun YABAN, Falih Rıfkı Atay’ın ZEYTİN DAĞI’NI ve bunlara benzer yakın dönem tarihimize ışık tutan yayınları okumadıklarını hatta duymadıklarını üzülerek gözlüyorum. 1980 darbesi sanırım özellikle küçük burjuva memurları yapılarının da gereği örgütsüzlüğe yöneltti. Bir avuç yurtsever aydın eylemden eyleme koşturup duruyorlar. Maalesef geçmişin militan öğretmenlerinin çoğu ortada yok. Son gezi eylemleri biraz geçmişlerini hatırlayıp silkinmelerine sebep oldu. Sanırım, çocuklarından utandılar. Ülkemizde aydınlar maalesef yeterince örgütlü değiller. Ama her kahve de lokalde konuşup duruyorlar.

Bu şuna benziyor.’Ben bir elbise istiyorum. Ama terziye provaya bile gitmiyorum. Fakat Elbisenin istediğim kumaştan ve istediğim gibi olmasını istiyorum. Yok, böyle bir şey. Ne kadar katılım, o kadar istediklerin. Askerlerin katkıları ile ite kaka oluşturulan, Türkiye Cumhuriyeti, doksan yılda ancak bu kadar yol aldı. Yoksa Lozan Barış antlaşmasını hezimet sayarak, 12 Adaların 1916 yılında İtalyanlara verildiğini bilmeden Lozan’da niçin verildi? Diyerek yani kısacası tek parti dönemini bugün gibi düşünerek eleştirmek, hatta iktidara şirin görünmek için yerden yere vurmak kimseye yarar sağlamaz. Mutlaka geçmişte yapılan hatalar vardır. Bunların bugün yapılmaması için önlemler alınmalı ve de ülkemizde demokrasinin tabana yayılması için çalışmalar yapılmalıdır. Demokrasinin tabana yayılmasının birinci koşulu STK’ların çoğalması ve siyasi partilere baskı yapmalarıdır. İkinci koşul parti üyelerinin çoğalması ve parti içinde seslerini yükseltmeleridir. Ülkemizde yükselen muhalefeti kucaklayacak, projeleri olan geniş kitlelere güven verebilecek bir muhalefet maalesef henüz yoktur. Fransa’da başkanlığına garanti gözü ile bakılan Oliver Kaan, bir skandalla bitti. Avrupa’da bırakın kendisini danışmanının hatası yöneticileri istifa ettiriyor. Ülkemizde ise, hatta halk tarafından alkışlanıyor. Siyasilerin yakınları abat oluyor kimse sesini çıkarmıyor. Oysa Avrupa’da bırakın muhalefet partilerini kendi partisi bile kim olursa olsun hatalı olanı savunmuyor. Tek parti yönetimini eleştirenler o dönemde olsalardı, inanın padişahlıklarını ilan ederlerdi. Fransa ihtilali bile yüz yılda ne badireler atlattı açın okuyun.

Ülkemizde bu son yıllarda yaşananları Dünya’nın uygar ülkeleri anlamakta güçlük çekiyor. Önümüzdeki yaklaşık bir yıl hepimiz için çok önemli, örgütsüz gibi de görünse yükselen bir muhalefet var. Bu yükselen muhalefeti doğru algılayıp öncülük yapacak bir parti maalesef henüz görünmüyor. Umarım ve de dilerim ki; Ana muhalefet partisi, tutuklanan bayrak satıcısına bin bayrak vermek yerine uygun olan bir belediyede kalıcı bir iş verir. Daha öncede yazdım. Üzülerek görüyorum ki; İktidar partisi, bu iyi niyetli gençleri suça itmeye çalışıyor. Daha doğrusu bu kadar baskı, olayları önlemez geçmiş örneklerde olduğu gibi terör örgütlerine elemen kazandırır. Gün kahve köşelerinde konuşmak yerine STK ve SİYASİ PARTİLERDE görev alma günüdür.Özellikle CHP geçmişte yakınında olan, bu günde oy veren insanları partiye kazanmaya çalışmalıdır. Mevcut yöneticiler isterler mi? Acaba??? Kısacası, ne kadar katılım, o kadar demokrasi.