Jean Paul Sartre; “Yaşam ne denli saçma ise, ölüm o denli dayanılmazdır” demiş…
Her babalar günü ve babamın ölüm yıldönümü günü geldiğinde sünepeleşir, elim ayağım durur, etrafa muğlak muğlak bakarım…
Bugün 2 Kasım 2024, tam 52 YIL olmuş baba..
Baba ölümüne asla alışamadım, dayanamadım…
Hele ülkemin düştüğü durumu kimselere anlatamadım…
Daha henüz yaşam denen yolun başında yatılı lise ikinci sınıfta İken; ders sırasında sınıfta nöbetçi öğretmen tarafından ders anlatan öğretmenimle konuşup, beni müdür yardımcısının odasına çağırdıklarını acı acı anımsarım…
Odada babamın ağır hasta olduğunu belirten müdür yardımcısı olan “Mehmet Tüfekçi” hocam beni sakinleştirip, izin kağıdımı imzaladığını unutamam...
Okula gelip haber veren kuzenimle evimize gittiğimizde; odadaki herkesin ağladığını, ortada garip birşeyler olduğunu anlamam çok geç olmadı…
MAALESEF BABAMI KAYBETMİŞTİM…
Geçen yıl Giresun’da hekim olarak birlikte çalıştığım Genel Cerrahi Uzmanı Abimiz Ufuk Erişen beni özel olarak arayıp; Çok güzel yazıların var okuyoruz, biraz da tıp ve siyaset dışı yazsan iyi olur demişti...
Bende sağlık daha doğrusu siyasi sorunlar ve ülkemizin bulunduğu antidemokratik baskıcı iklim devam ettikçe; başka alanlarda yazı yazmak bana hep sorumluluktan kaçmak gibi gelir ve yazmak içimden gelmiyor Ufuk Abi demiştim…
Ama bu sefer seni kırmayayım, içimi döken bir yazı yazabilirsem. belki babam da duyar demiştim…
Sevgili ağabeyimde; “tamam söz, yazını ilk ben okuyacağım demişti...”
Ufuk abinin telofonu da belki bu iç dökmeyi hızlandırmış oldu...
Diğer ölüm yıl dönümlerinde sevgili babamı, birkaç cümle ile anarken, bugün nedense biraz derinlik olsun dedim..
Senden ayrılalı yarım asırdan fazla süre geçmiş. Yani tam 52 yıl olmuş baba…
Sensiz yaşamın yokuşlarında sırtlandığım yüklerim ve bir başıma mücadelemle; hep en iyi olmak, en iyiyi oldurmak istedim baba…
Kim bilir seni bu kadar erken kaybedişim belki de beni bu cefakâr, vefâkâr. çileli ve bir o kadar değeri bilinmeyen. her gün şiddete uğrayan, giderlerse gitsinler denen HEKİMLİK mesleğine itti...
Baba biliyor musun? Yokluğunla yaşamak zorunda kaldığım yıllarda hiç yol gösterenim olmadı…
Yüreğimden başka..
Kısa bir birlikteliğimiz olsa da, senden alacaklarımı almıştım oysa…
Bu yüzden ilkesiz bir duruşumun olmadığını düşünüyorum...
Hep inandığım değerler uğruna yılmadan uğraş verdim yıllarca…
Bir şekilde duruşum değişmedi…
Ama işte bu özel günlerde göz ucu buğulanmalarımla bakışlarımı hep kaçırdım…
Başka babaların yüzüne bakamazdım bu özel günlerde…
Ama insan yaş alınca daha da hüzünleşiyor, öyle sanıyorum…
Kimi yerlerde okuduğum söz ve yazılarda bir cümle geçiyordu, gözümün önünden tanıdık ve aşina…
“GÖLGESİ YETER’’ diye…
Gölgenin olmadığı sararmış bir fotondan ve
sana sevgimden başka yalnızım baba…
Baban giderse öpülecek elin gider demişlerdi…
Kendi elimi öpmek zorunda kaldım çocukluğumdan bu yana…
Birlikte birazcık zaman geçirİp kalsaydın, daha mutlu belki de güçlü olurdum belki…
İnsanlara ve diğer canlılara kıyımsızlığım hep bundandır baba…
En çok da ezilenlere, sömürülenlere…
Yaşasaydın ülkemizin düştüğü duruma isyan eder; NİÇİN TOPLUMU ÖRGÜTLEYEMEDİNİZ derdin…
Haklısın baba kabahatin çoğu bizde…
Bir kez daha efkârlandım bugün yine baba!…
Işıklar da yat…
Huzur içinde uyu!..
Senin çok sevdiğin, evimizdeki radyoda dinlediğin Nurettin Akyürek Ustamızın güzel bir Sivas-Zara türküsü ile bitireyim seninle sohbetimi…
Bu türküyü her dinlediğinde eşlik eder,gözlerinden yaş gelirdi…
Ülkemizin hallerine üzülürdün…
Bugünleri görseydin kahrolurdun baba…
Umarım ülkemizde de bir gün yanar bir ışık baba..
Yüce Dağ Başında Yanar Bir Işık
Düşmüşüm Derdine Olmuşum Aşık
Ağ Buğday Benizli Zülfü Dolaşık
Sevgilerimle…
Dr. Mustafa Torun