Yataktan kalkmak istemezsin. Hatta abartıp, gözünü açıp uyanmak bile istemezsin. Ama mecburiyetler vardır. Ayağa kalkar, soğuk suyu yüzüne çarparsın.
Ayılırsın.
Üzerini giyinip, işe gitmek zorundasındır.
Gidersin…
Belki de günlerden Pazar ve senin tatil günündür…
Sokağa atmak istersin kendini. Evin dar gelir, boğar seni. Bir bunalımdır; sürükler içine. Buhranlar geçirirsin. Vitrinlere baka baka yürürsün. Hâlbuki baktıklarınla gördüklerinin arasında uçurumlar vardır. Sadece düşünceler vardır ve sürekli beynini meşgul eder. İlk gördüğün kafeye girersin. Cam kenarı bir masa seçer oturursun. İnsanları izlersin. Garson mönüyü getirir, göz ucu bakarsın. Beklenen kimse yoktur, canın da pek bir şey istemiyordur zaten.
-Bir şey arzu eder miydiniz?
Bir an irkilirsin, ne oluyor demeden anlarsın ki sipariş verme zamanı gelmiş.
-Bir fincan çay ve az kahvaltı lütfen!
Dışarıyı izlemeye devam edersin. İnsanlar arı gibi; gelir ve giderler. Yaşlı-genç, çoluk-çocuk, yediden yetmişe ne ararsan bulursun. Arada gözün televizyona takılır. Müzik kanalında ne çıkmış diye bakarsın.
-Hep de ağır müzik çıkıyor.
Diye geçer içinden. Sanki yalnızlığımı herkes biliyor da, üzerine basa basa canımı acıtmaya çalışır gibiler. Bunu ben istedim. Uzaklaştım herkesten, kaçtım. Bir yerden sonra bunaltıyor her şey ve eskisi gibi olamıyor maalesef. Göz ucu bakışlar, imalı lafları kaldıramaz duruma gelmiştim. Hayat ne garip diyorken, ne de garipleştim derken buluyorum kendimi çoğu zaman. Hissiyatlarım beni kandırmadı. Duruma alışmaya çalıştım.
Alıştım.
Yalnızım…
Kahvaltı gelir. İki dilim domatesle, üç beş zeytin tanesine gülümsersin, çünki; bir tek tabağınızdaki besinler size karşı çıkmaz. Anlatsanız, onlarla konuşsanız size ne bir fikir söylerler, ne de diğerleri gibi sitem ederler. Sıcak çayını yudumlarsın. İçinin soğuğunu, üşümüşlüğünü, yalnızlığını çay ısıtır. O anda anlarsın; iliklerine kadar işlemiştir yalnızlık… Sonsuza kadar böyle devam edecek gibi gelir.
Seni arayan arkadaşların; “ hadi bu akşam buluşalım “ dediklerinde, evde işlerim var. Makalemi tamamlamam gerekiyor. Üstelik yorgunum. Belki daha sonra…
O daha sonralar hiç gelmez. Arkadaşlar aramaz olur. Selamı sabahı keserler. Kestirirsiniz. Uzaklaştırırsınız etrafınızdaki insanları. Sınır koyarsınız. Her şey bir sınırdan ibaret oluşuverir. Böyle mutluyum, huzurluyum yalanları baş gösterir içinizde. Rutin işler erbabı olup çıkıverirsiniz. Suratınız sirke satar, siz gülümsüyorum zannedersiniz. O zaman etrafınızın sizin için düşündüğü kelime; “yazık” olur.
Yazık olur…
Etrafınızda olan herkesi, her şeyi siler atarsınız. Sonra arkanızda tek bir şey kalır. Yalnızlığınıza bahşedilmiş, yaşamak mecburiyetinde olduğunuz bir yol. Yol uzun. Yol çetin. Yol sarp kayalıklarla dolu.
Yalnızlık olur.
Zor gelir yaşamak. Bir noktadan sonra rutin işleri de kaldıramaz olursunuz. Ağırlaştırdığınız yükleri, bir bir omzunuza koyarsınız. Kamburunuz çıkar. Monotonluk maratonunda ilerlemeye çalışırsınız. Koyduğunuz sınırı da geçmemeye çalışarak.
Sınır…
Sınır sadece iki ülkenin arasındaki izinsiz geçişlere imkân verilmediği engel değildir. Ya da bir kişinin özgürlüğünün diğer kişinin özgürlüğünün başladığı yerde bitmesi de değildir. Kimine göre sonsuzluk olabilir, kimine göre esaret, tutsaklık…
Bana göre yalnızlık…
Sana göre “yazık”lık, söze göre hudut, limit, uç ve son çizgi. Bana göre kişinin kendine çizdiği sınırdır. Ki bu sınır, en tehlikeli olanıdır.