Var oluşundan bu yana, İnsanlığın en çok kullandığı kelimeler “BARIŞ” ve “SAVAŞ” sözcükleridir.
Teolojik aktarımlara göre, insanlık Barıştan önce Savaşla tanışmış olabilir. Olabilir; çünkü ilk katliam Adem’in oğulları Habil ile Kabil arasında yaşanmış olup, Kabil insanlığın ilk katili, Habil ise ilk maktül olarak rivayet kayıtlarına geçmişlerdir.
            Savaşa iki kardeşle başlayan insanlık, barışa da birbirine yakın insanlarla başlamış olsa gerek. Savaş olmasaydı belki de Barış kelimesi olmayacak, insanlık hiçbir zaman erişemeyeceği bu sakızdan mahrum kalacaktı.
            İnsan egosunda var olan sahip olma duygusu, egemenlik kurmanın mülkiyetten geçtiği düşüncesinin yaygınlaşmasıyla, savaş bu uğurda araç haline dönüşmüş ve Barış kelimesinin daha çok kullanılır hale gelmesine zemin hazırlamıştır.
            Savaş nedeni sadece mülkiyet egemenliği kurmak değil, mensubiyet duyguları da etkin savaş faillerinden sayılabilir. Din, Dil, Irk ve Kültür mensubiyeti tarih boyu kışkırtma nedeni olmuş ve en geniş savaşların temelini oluşturmuştur. Tarih boyu olagelen savaş nedenleri günümüzde de devamlılığını sürdürmektedir.
            Barış isteminin yaygınlaşması, insanlığın huzur içinde olmadığının göstergesi olup, evrensel sarsıntılara da zemin hazırlayan bir unsurdur. Ne yazık ki; insanlık barış isteminin peşinde koşarken, çoğu kez kendini acımasız savaşların ve karmaşaların içinde bulmuştur.
            Barışın tesisi için bir şeyler yapılmıyor mu? Yapılıyor elbette. Tarih boyu her kavganın sonunda şu veya bu biçimde barış antlaşmaları ve birliktelikler oluşturulmuş olup, en çarpıcı olanları da yakın tarihimizde yaşanmıştır.
            Osmanlı, kuruluşuyla yıkılışı arasında, Yirmi Bir devletin Doksan Üç kez iştirakçi olduğu Altmış Bir antlaşma imzalamıştır. Bu antlaşmaların bazılarında kazanmış, bazılarında da kaybetmiştir. Cumhuriyetimizin, kaybedilen bir antlaşmanın sonunda kurulduğu da bilinen bir gerçeğimizdir.
            Yirminci Yüzyıl, Uluslararası geniş antlaşmaların ve birlikteliklerin yapıldığı zaman dilimidir. Savaş birlikteliklerini bir kenara atarak, görünürde oluşturulan savaşı önleme ve savaştan birlik üyelerini korumak ve ekonomik güç oluşturmak için organize edilen üç büyük birlik dikkat çekmektedir.
            İKİNCİ Paylaşım savaşının bitme aşamasında (1945) galip gelen ABD, RUSYA, İNGİLTERE, FRANSA ve dışardan ÇİN’in ortaklığında, Dünya barışını ve güvenliğini korumak, Uluslar arası ekonomik ve kültürel işbirliğini oluşturmak, Adalet ve Sosyal eşitliği tüm dünya’ya yaygınlaştırmak, Uluslar arası ilişkilerde kuvvet kullanmasını yasaklamak amacıyla Birleşmiş Milletler anlaşmasını imzalamışlar, bu sayı, kurucu Beş üyeye veto hakkı tanınarak genişletilmiş ve hemen hemen tüm ülkeler bu kuruluşa üye olmuşlardır.
            Yine, İkinci Paylaşım Savaşından sonra, görünürde Komünizm tehlikesinden korunmak için, başını ABD Emperyalizminin çektiği, büyük oranda Avrupa Devletlerinin ve bizim de Kore’de binlerce şehit vererek ortaklığa kabul edildiğimiz NATO havucudur. Görünür amacı Hür Dünya’yı Komünist tehlikesinden korumaktı.
            NATO’ya karşı, öncülüğünü Sovyetler Birliğinin çektiği Varşova Paktı oluşturulmuştur. Görünürdeki amacı Sosyalist Sistemi Kapitalist Emperyalizmden korumak olarak yansıtılmıştı.
            Kurucu beş üyeden herhangi biri ‘hayır’ diyorsa Birleşmiş Milletler Kuruluşunun hiçbir fonksiyonu ve etkisi yoktur. Kurucu tek üye bile alınmak istenen karara muhalif davranırsa, geri kalan bütün üyeler sıfır noktasına düşmektedirler.  Bu kuruluş veto sebebiyle giderek işlevini ve gerekliliğini yitirmektedir ve yeteri ölçüde fonksiyonel değildir.
            Düşüncesine, ideolojisine, siyasi tavrına ve davranış biçimine katılmadığım Tayyib Erdoğan’ın Birleşmiş Milletleri hedef alarak, “Dünya Beşten büyüktür” sözü yerden göğe haklıdır. Ancak gereğini kim yerine getirecek, orası meçhuldür.
            NATO, Soğuk Savaş döneminin en büyük Uluslararası yutturmacasıdır. Yaptığı bir hizmet vardır ki; ABD halkı müteşekkir olmalıdır. Dünya Silah ticaretini eline geçirmek, Dünya egemenliği kurmak, sömürü alanını genişletmek ve Ekonomik katkılarıyla bir Dünya egemeninin oluşmasına hesap edilemeyecek katkılarda bulunmuştur.
             Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jean Asselborn diyorki, “Türkiye Rusya’yı askeri bir gerginliğe kışkırtması halinde NATO’nun desteğine güvenmemesi gerekir”. Eee ! O zaman Türkiye’nin NATO’da işi ne? Derdi Amerikan Silah Sanayine para akıtmak mı?
            Sosyalizmi koruma amacındaki Varşova Paktına ne oldu? Hangi Sosyalizmi, hangi Sosyalist devleti korudu? O Sosyalist Devletler şimdi kimin kucağında? Sovyetler birliği kaç parçaya ayrıldı?
Öyle anlaşılıyor ki; en büyük ve güçlü örgüt bir Ulusun kendi birliği ve gücüdür. Dünya’da, nerede karmaşa ve kavga varsa, Dünya silah üretim ve ticaretini elinde tutan ve Birleşmiş Milletler Kuruluşunda veto hakkı kullanan beş üyenin parmağı ve kışkırtması var demektir. Bu asılsız kuruluşlardaki temel amaç, insanlığın ürettiği zenginlikleri ve artı değerleri yutmaktır.
Kendini yönetemeyen, üretmeyen ve kendine güvenmeyen milletlerin sonu, başkalarının himmetine bağlıdır. Bunun sonu sömürge olmaktır, köle olmaktır!
  Kendine güven, kendin üret, kendini sen yönet ve özgür yaşa. Başka yolu yok bu işin!