Gözlerini açıyorsun…
Ve bir anda aydınlanıyor kapkaranlık olan dünyan. Ardından gülümsemeler görüyorsun. Zaman geçtikçe gülümsemelerin yerini hüzünlerin alacağından bihaber yaşamaya başlıyorsun. Bu zorlu maratonda start almış bulunuyor. Öyle ki sen hala saf ve temiz gülücüklerin ile etrafına neşe dağıtırken; hayat denen grafiğinde kırıklar oluşmaya başlıyor da senin haberin olmuyor bile…
Gözlerini açıyorsun ve yaşayacaksın deniliyor…Seni dokuz ay karnında taşıyan dişi bir insan, artık ömrünü yakasına dikmiş gibi seni bakmaya ve özenli bir şekilde yetiştirmeye adıyor kendini. Ve adına; ANNE deniliyor…
Gözlerini açıyorsun ve ömrün uzun olur inşallah deniliyor…Duyumsadığın sözcüklerin ne anlama geldiğini bile bilmediğin o çağlarda sevgiyi öğreniyorsun. Üzerine titreyen iki kalp hissediyorsun. Artık bana bir şeycik olmaz diyorsun. Onun kollarına bırakıyorsun kendini. Ve adına; BABA deniliyor…
Yaşamaya başlıyorsun…
Zorlu bir maratona önce emekleyerek başlıyorsun. Ama yine bilmiyorsun ki zorluklarla karşılaşıp ayaklarının üzerinde olsan da hep emekleyerek yaşayacaksın. Büyüyecek ve yetişkin bir birey olup; hayatın zorlukları omuzlarına çörekleniverecek. Hani derler ya “Adamın birini hana koymazlarmış da, çarığımı çorabımı nereye asayım diye sormuş.” İşte aynen o misal bizimkisi…
Hüznü ve mutsuzluğu sen istemesen de, ayağa kalkıp kovalasan da o hep çarık çorap asamaya yer arayıp duracak, beden dediğimiz, hacmi kişiden kişiye değişen bu handa…
Büyüyorsun…
Ve sen büyüdükçe anne ve baban da büyüyor. Ömürlerinden ömür gidiyor senin için. Yemeyip içmeyip seni okutuyorlar. Büyütüyorlar ve bundan hiç gocunmuyorlar. Kızıyorsun, öfkeleniyorsun, bağırıp-çağırıyorsun onlara çoğu zaman…
Beni anlamıyorsunuz diyorsun. Hatta daha da ileri gidip nefret ediyorum sizden diyorsun. Ama zaman geçip de düşüncelerin oturmaya başladığı anda ne yaptım ben diye dövünüp duruyorsun. İş işten geçmemiş olsa dahi sen; yaptığının suçluluğuyla eziliyor, küçülüyorsun.Yani büyürken küçülüyorsun…
Arkadaşların oluyor. Gezmek tozmak istiyorsun. Geceleri dışarı çıkmak istiyorsun. İzin alamayınca anne ve babadan, ben büyüdüm diyorsun. Ama bu büyümek meselesi değil ki! O anda bunu idrak edemiyorsun.Büyüdün…Ve artık iş hayatına atılman gerekiyor ki; ayakta kalabilesin…
Çalışmak, para kazanmak, yaşam mücadelesi vermek kolay değil. Bu yolda yalnız olduğunu düşünüyorsun, fakat değilsin. Anne ve baban hep yanında. İçten içe destek veriyorlar sana da haberin olmuyor. Ruhun duymuyor.Küçükken bambaşkaydı her şey…Çiçekler açar, kuşlar öterdi hep. Temiz hava, bol oksijen çekerdik ciğerlerimize. Annem kahvaltıyı hazırlar, babam sabah ajanslarını dinlerdi. Ben oradan oraya haylazlık peşinde koştururdum. Şimdi ekmek peşinde koşturuyoruz da; yine emekleyerek.Sen büyüyorken peşinden bir ses daha gelir…
Abla ya da abi der çoğu zaman. Seversin, öpersin, koklarsın, canına katarsın o haylazı. Ve bunun adına KARDEŞ derler. Karındaş derler. Farklı zamanlarda aynı karında konaklarsın onunla… Can dersin, canım dersin…
Hala da büyüyorsun…Onca ısrarlara rağmen; zaman saçlarına ak düşürüyor, yüzüne çizgiler yerleştiriveriyor. Ellerinin üzerine çil düşüyor. Daha bir yumuşaklaşıyor, o yıllarca çalışıp nasır tutan eller… O yumuşacık eller saçlarına dokunur. Hiç bitmesin bu zevk dersin. Öylece dolansın saçlarının arasında…Zaman geçiyor ve sen yaşlanıyorsun…
Zaman sadece seni değil etrafındakileri de götürüyor senden. İlk gözlerini açtığında gülümsüyorlardı ya sana; şimdi o gözler endişe ile bakar olmuş. Görmek istemesen de görüyorsun. Kaç günüm kaldı diye düşünmeden yapamıyorsun ki! Sadece emin olduğun birkaç şey kalıyor hafızanda;Büyümek istemiyorum; annem babam yaşlanır…