“Mikroplar kendiliğinden üremeyle doğmaz. Her canlı canlıdan gelir.” Louis Pasteur
İleride bakterilerin daha geniş anlatımla mikroorganizmaların doğadaki tüm canlılar İçin olmazsa olmaz olduğunu şimdiden söylersek herhalde abartmış olmayız...
Gelin MİKROBİYATA alanını yine dilimizin döndüğü kadar sorulu yanıtlı anlatmaya çalışalım…
Daha öncede bahsettiğimiz bu güzel konuyu anlaşılması İçin olabildiğince yine yalın olarak irdeleyelim…
*Mikrobiyata nedir ve hangi mikroorganizmaları kapsar?
İnsan vücudunda ona zarar vermeden ondan yararlanarak yaşayan, yani kommensal olarak yaşayan mikroorganizmaların bütününü anlatan bir kavramdır. İnsan mikobiyatası başta bakteriler olmak üzere; virüsler, mantarlar ve birçok gelişkin yani ökaryotik mikroorganizmadan oluşmaktadır…
*Mikrobiyata Hangi sistemlerde yerleşir?
Bu mikroorganizmalardan oluşan topluluk başta mide-bağırsak sistemi olmak üzere, deri, üreme, boşaltım ile solunum sistemlerinde yerleşirler…
*Kolonizasyon nedir?
Mikroorganizmalar yukarıda saydığım sistemlerde herhangi bir hastalık yapmadan yaşamaktadırlar. Biz bu yerleşime kolonizasyon diyoruz...
*Mikrobiyom ne demektir?
Mikrobiyom ise bu çevrede yaşayan mikroorganizmaların toplam genetik materyalidir. Bu aynı zamanda türün genomu olarak tanımlanmaktadır...
*İnsan vücudundaki mikroorganizma sayısı ve özellikleri konusunda neler söyleyebiliriz?
İnsan vücudundaki mikroorganizma sayısı insan hücre sayısından 10 kat fazla, genom sayısı ise insan genomuna göre 100 kat fazladır. Tamamı yaklaşık 1-1,5 kg ağırlığındadır. Vücudumuzda; bakteri, mantar ve virüsler de dâhil trilyonlarca mikroorganizma yaşamaktadır. Neredeyse bütün vücudumuzdaki hücre sayısı ile aynı miktarda mikroorganizma, çoğunluğu kalın bağırsakta olmak üzere bağırsaklarımızda yaşadığını biliyoruz…
*Bağırsaklarımızda yaşayan bakterilerin yüzde kaçı başka insanlarla ile aynıdır?
Bağırsaktaki bakterilerin sadece yüzde 10 -20 kadarı başka insanlarınkiyle aynıdır…
*Bu mikrobiyomların insandan insana farklı olmasının nedenleri ve etkili olduğu alanlar nelerdir?
Beslenme, hayat tarzı ve başka faktörlerin de etkisiyle insandan insana farklılık gösterir. Sağlık durumumuzdan iştaha, kilodan ruhsal durumumuza kadar her şeyi etkilemektedir. Bağırsaklar bedenimizin en çok araştırılan bölgelerinden olmasına rağmen, bu çalışmaların çok daha kat etmesi gereken uzun bir yolları var diyebiliriz…
Beslenme şeklimiz ile bağırsak mikrobiyomu ilişkisi hakkında neler söyleyebiliriz?
Beslenme şeklimiz bağırsak mikrobiyomunu büyük ölçüde etkilemektedir. Araştırmalara göre; lif oranı düşük, hayvansal yağ ve protein bakımından yüksek olan batı tarzı beslenme ile kansere yol açan birikim ve enflamasyon dediğimiz iltihaplanma arasında bağlantı olduğu gösterilmiştir. Lif bakımından yüksek, kırmızı et bakımından düşük olan Akdeniz diyetinin ise dışkısal kısa zincirli yağ asitlerini artırıcı, enflamasyonu önleyici ve bağışıklık sistemini güçlendirici etkide bulunduğu belirtilmektedir…
Mikrobiyata konusunda yorum ve önerilerimiz ne olmalı?
Vücudumuzdaki barışçıl ve sağlıklı mikroorganizmalar toplumu olan mikrobiyatanın, hastalık oluşturan yani patojen mikroorganizmaların yanında enfeksiyon dışı birçok hastalığa karşı da bizleri koruduğunu belirtmek gerekir. Birçok gastrointestinal, nöroendokrin, metabolik, romatolojik ve bağışıklık sistemi hastalıklarının temelinde bu mikrobiyatadaki bozulmanın önemli rolünün olduğu, yapılmış birçok çalışma ile gösterilmiştir. Normal doğumda çocuğun doğum kanalında yani vajendeki mikrobiyata ile ilk faydalı mikroorganizmaları aldığı, anne sütü ile bu bakteriler için büyüme faktörü olan birçok maddenin alınmasının sağlıklı mikrobiyata için çok önemli olduğunu vurgulayalım. Maalesef gelişigüzel ve akılsızca antibiyotik kullanımı ile bunun bozulduğunu, çevre kirliliği, sağlıksız ve doğal olmayan beslenme ile bizim adeta kimliğimiz olan bu barışçıl dost mikrobiyatamızın hastalık yapan patojen mikroorganizmalarla savaşma yeteneğinin azaldığının altını çizerek vurgulayalım. Sezaryen doğumların çocuğun sağlıklı mikrobiyatasının oluşumuna engel olup olmadığına ait bir soru akla gelebilir. Elbette engel olduğunu, çok zorunlu olmadıkça sezaryen yerine normal doğum tercih edilmelidir diyoruz. Tedavide “Dışkı Naklinin” gelecekte önem kazanacağını, maalesef uygulamaların yaygınlaşması için ilgili sağlık otoritelerin yeterli önem göstermediğini burada belirtelim. Birçok Gastrointestinal Hastalıkta bu yöntem üzerinde, özellikle irritabl bağırsak sendromu (İBS), iltihabi bağırsak hastalığı (İBH) ve ülseratif kolit gibi bağırsak hastalıklarında araştırmalar yapıldığını, bu ucuz ve yan etkisi az yöntemin Türkiye’de yaygınlaştırılması gerektiğini yüksek sesle vurgulayalım. Son söz olarak doğada sadece İnsan olmadığını, tüm canlılar ve mikrobiyatamız ile barışçıl bir yaşamı seçmemiz gerektiğini; bunu doğal beslenme, akıllı antibiyotik kullanımı ve mikrobiyatamız ile dost olarak yapabileceğimizi belirtelim...
Yolumuz uzun, umudumuz ise hiç azalmadan devam etmektedir. Ülkemiz de bir gün sağlığın ve eğitimin insanın doğal hakkı olduğu bilinci ile koruyucu hekimliği geliştirerek, umarım sağlığı ve eğitimi bir an önce kamulaştırmak gerektiği bilincine varılır...
•Boynumuz bükük hep ağlıyoruz…
•Ülkemizde ve dünyamızda maalesef iyiler olarak Örgütlü kötülüğe karşı duramıyoruz…
•Yeter artık gözyaşlarımız derya oldu…
Sözlerimizi fazla uzatmadan gelin Seyfi Doğanay’dan alınan ÖMRÜM türküsü ile bitirip, rengimizi soldurmayalım…
Güz Mü Geldi Rengin Soluk
Ne Tez Yaprak Döktün Ömrüm
Hep Ağlarsın Boynun Bükük
Gözyaşın Derya Mı Ömrüm
Sevgiler…