“İnsan diğer varlıkların acımasız yok edicisi olduğu sürece sağlık ya da barış nedir bilmeyecektir. İnsanlar hayvanları katlettiği sürece birbirlerini öldürecekler. Cinayet ve acı tohumları eken sevinç ve sevgi biçemez. ~ Pisagor”
Beni tanıyanlar bilir. Bizim Kedicik MUALLA ile arada bir sıkıldığımda sohbet eder, dertleşirim. İster inanın, ister inanmayın bana ilk sorusu şu oldu.
Niçin iy insanlar olarak kötülere karşı örgütlenemeyip, devamlı yeniliyorsunuz?
Yanıtını almadan konuşmasına devam etti. Bakın neler anlattı?
“Depremden dolayı hepimizin başı sağolsun. Bu arada en yakınlarınızı, dostlarınızı ve yurdum insanlarını bile bile katlettikleri yetmiyor gibi, birçok kediyi ve diğer hayvanları da katletmişler.
Hep yazıyorsun ya! Şiddeti durduralım diye. Ben de devamlı bir takipçin olarak yazdıklarını okuyorum. Kadınlara, Çocuklara, İşçilere, Sağlıkçılara velhasıl Yoksul Halk’a şiddeti bilinçli olarak sizi yönettiğini iddia edenlerin teşvik ettiklerini, bilerek onları ölüme terkettiklerini, açık ifade ile onları katlettiklerini anlatıyorsun. “YA HEP BERABER, YA HİÇ” yazında köpeklerle kedilerin barışa nasıl yaklaştıklarını yazmışsın. Aslında bizleri doğamızdan ayırıp, kimimizi Sokak Kedisi,Sokak Köpeği , Ev Kedisi, Ev Köpeği diye tasmalayıp doğamızdan koparan, birbirine düşüren sizlersiniz. Ne diyeyim deprem enkazı altında, günlerce çırpına çırpına, sanki ağır işkence görür gibi, bile bile ölüme götürülen insanların durumunu; o çok gelişkin diye övündüğünüz, bizleri hayvan diye küçümseyen beyninizin kıvrımlı KORTEKSİ algılamadıysa, bizim ilkel beynimize kurban olun dersem kızmazsınız değil mi? Yurtdışından gelip insanlarınızı bu ağır travma ve işkenceden kurtaran insanlara ve köpeklerine şükredin. Habire İmar Affı, pardon İmar Barışı diye oy almak amacıyla birilerinin devamlı övündüğü, biz kedilerin bile ne yapmak istediğini anlayamadığımız İmar suçluları bağışlanıyor. Önüne gelen MÜTEAİT yaplıp, beton yığın yapmalarına izin veriliyor. Bizde kararlarımız hep beraber alınır. Kesinlikle biz kediler o konuda özgürüz. Sizler bize bencil ve nankör diyorsunuz. Ama bu doğru değil. Tek bir kediye biat etmemiz doğru mu? İhtiyacımızdan fazlasını yemeyiz. Daha çok konuşacaklarım var, ama beni deli diye tımarhaneye atarsınız diye korkuyorum. Çıkan Af Yasalarını araştırsana hocam !“
Diyerek bana kızgın kızgın baktı.
**
Kedicik Mualla bile bizlere çok sinirli. Nazım Hikmet’in dediği gibi “Kabahatin Çoğu Bizde mi ?“
**
Geçenlerde sevdiğim bir komşum ile konuşuyordum. Bana yazılarında Sendika Ağalarından, onların el altında tuttukları mal varlıklarından, gayrimenkullerinden bahsetsene diye sitem etti. Haklısın dedim. O kadar konu var ki neresinden tutsak elimizde kalıyor. Artık nereye evrildiği belirsiz, batıdan aldığımız NİSPİ TEMSİL SİSTEMİ’nin de tartışılması gerekmez mi dostlarım? Yoksul halkı temsilen meclise gönderdiğimiz vekillerimiz, giderek varolan VARSILDAN YANA TEMSİLCİ rozetini takıp, şişkin egoları ile halkın vekilleri olmayıp, sanki halk olarak biz asil olmamız gerekirken, biz vekil durumdayız. Halktan giderek uzaklaştıklarını hep beraber görüyoruz. Burada gerçekten vekil görevini yapan dostlarımızı ayrı tutuyorum. Ama bu grup maalesef çok az.
**
KEDİCİK MUALLA’nın istemi ile yüz yıllık Cumhuriyet tarihimizde çeşitli isimler altında çıkan AF YASALARINI araştırayım dediğimde, yüzden fazla yasa karşıma çıkmaz mı? İlk yasa 5 Aralık 1921’de “Fransızlar tarafından işgal edilen topraklarda işlenen suçlara ilişkin af” olarak Ankara Ticaret Odası yayınlarında görülmekte. Türkiye ilk genel af ile 7 Ocak 1922’de tanışmış. Sonra bunu 1923, 1924 , 1933,1960, 1974 genel afları izlemiş. Sonra çeşitli adlar altında aflar devam etmiş. Ortalama her 6.5 yılda bir genel af çıkmış. Bu afları öğrenci ve imar afları ve diğer aflar izlemiş. Son yıllarda İmar afları neredeyse 2 yılda bir tekrarlanır olmuş. İsmi de ne hikmet ise İMAR BARIŞI olmuş. İlk İmar affı 1949’da çıkmış. Böylece kaçak yapıların yasallık kazanmasının yolu açılmış. Bu durum son yirmi yılda öyle bir iklime dönüşmüş ki; düzgün, doğru dürüst bina yapanlar azınlığa düşmüş. İnşaat sektörü neredeyse popülist, anamalcı siyasilerin arka bahçesi olmuş. En güvenilir bina olması gereken hastaneler bile, depreme dayanamamış, yıkılmıştır. Yazık ki ne yazık!
**
Bu konuya bir hekim olarak daldıkça; dibi derin kuyulara girdiğimi gördüm. Kedicik MUALLA’nın dediği gibi iyilerin örgütlenip kötülere karşı yoksul halkın demokrasisini kurmadığımız sürece, bu doğa olayına karşı çıkarları gereği önlem almayan kötüler bizleri daha çok sömürecekler. Sürüm sürüm süründürecekler.
**
Sözümü fazla uzatmadan değerli hocamız Mehmet Erenler’in derlediği, Abbas Öz’ün kaynaklık ettiği güzelim Tokat Türküsü ile bitireyim. Ne demek istediğimi bu güzel türkü çok güzel anlatmış. Mehmet Erenler Hoca ile Henüz Hacettepe Tıp Fakültesine yeni girmiş bir öğrenci İken, Ankara Malatya yolculuğumda tanışmıştım. Yanında siyah kılıfı ile bağlaması vardı. Bana ilk sözü ileride hekim olduğunda halkını sakın hor görme! Onlar dertlerini türkülerde anlatmışlar. Onları iyi dinle! Suçlama!Dediğini hiç unutamam. Ona uzun ve sağlıklı ömürler dilerim. Buyrun türküsüne.
El Çek Tabip Sinem Üstünden
Sen Benim Derdimi Bile Bilmezsin (Dertliyim Vay)
Yarem Yürektendir Yoktur İlacın
Sen Benim Yaremi Sarabilmezsin (Dertliyim Vay)
Yüzün Güleçtir İçerin Hayın
Çeken Bilir Bu Sevdanın Yayın (Dertliyim Vay)
Yıktın Viran Ettin Ömrüm Sarayın
Sen Onun Bir Taşın Örebilmezsin (Dertliyim Vay)
Sevgilerimle…