Emperyalist ülkelerin, başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İngiltere olmak üzere önemli bir kuralları var.
Diyorlar ki; “Terk ettiğin ülke ya da bölgede, yıllar sonra da olsa kullanabileceğin bir sorun bırak.”
Çok iyi anımsıyorum. Abdullah Öcalan ABD tarafından teslim edildiğinde Antalya’da yaşıyordum. Gazeteci arkadaşım Erdoğan Kâhya bir televizyon kanalında canlı program yapıyordu. Sabah saatlerinde beni programa çağırdı. Programda Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edildiğini, bunun nasıl yorumladığımı sordu. Emperyalist ülkelerin yukarıda ifade etmeye çalıştığım kuralların anımsattım ve Öcalan’ın nasıl,ne zaman ve ne biçimde kullanılacağı konusunda tahminde bulunamayacağımı ama günü geldiğinde, yaşarsak göreceğimizi söyledim. Canlı yayına bağlanan izleyicilerden de epey azar ve hakaret işittim.
Aslında Öcalan’ın Türkiye’ye niçin teslim edildiğini ve yine niçin idam edilmemek koşuluyla teslim edildiğini bilen ciddi politikacılar, Üniversite öğretim görevlileri, gazeteciler ve yazarların bir bölümü, yani emperyalizmin kurallarını bilenler biliyorlardı.
Bu konuda gerek askeri yetkililer ve bilim adamları yorumlar da yayımladılar. Emekli generallerin çoğu da, Öcalan’ın idam edilmemek üzere ABD tarafından teslim edilmesinin ardındaki gerçeğin ayırdındaydılar.
Bakınız, konuyla ilgili E. General Haldun Solmaztürk, yürütülen açılım sürecinin kesinlikle yerli olmadığını, ( yerli olmadığı sözüne dikkat derim) kurgulanan sürecin devam ettirildiğini ve hükümetin masaya ellerini havaya kaldırarak oturduğunu söyledi.
Yılmaztürk “Bu sürece yerli diyen yalan söyler. Çok önceden kurgulanan süreç devam ettiriliyor. Her şey baştan böyle kurgulanmıştı. Kökü 1998’e kadar dayanır. Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesi de sürecin bir parçasıdır. Öcalan Türkiye’ye bir plan çerçevesinde teslim edilmiştir.” (Aydınlık,12 Mart 2013) Kendi adıma sayın General’e tamamıyla katılıyorum. Kuşkusuz emperyalist ülkelerin önemli planları, programları, belirledikleri stratejileri var. Öncelikle “Sayın Mr. Erdoğan” diye başlayan Memorandum’dan bir alıntı yapalım. Diyor ki Memorandumun(Yazılı bildirim) bir bölümünde; “….Ankara, küreselleşmenin gerekliliğini anlamak ve dünya’da geçerli olan kurallara uyum sağlamak (Siz bu kurallar sözünden Emperyalist kuralları anlayın lütfen) zorundadır. (Yani zorundadır diye emrediyor)
Ankara şunu da anlamalıdır ki, uygun gördüğü kuralları uygulayıp, kendi çıkarlarına uymayanları reddetmesi mümkün değildir.” Memorandum’un tümü kesin bir emri içeriyor!
Şimdilik bir yorum yapmadan bir başka belgeye bakalım. CIA’ın önemli kuruluşlarından Rand Corparation’un 1996 yılında yayın organlarında ve ABD strateji merkezinin hazırladıkları rapora bir göz atalım: “ABD artık ANAP ve DYP gibi partilerle Türkiye’yi kontrol edemez.Fazilet Partisinin başına yenilikçi kanadın geçmesi, Tayyip Erdoğan’ın Başbakan, Abdullah Gül’ün de Dışişleri bakanı olması halinde ABD Türkiye’yi kontrol altında tutmaya devam edebilir.”
ABD, toprakaltı ve toprak üstü zenginliklerine göz diktiği tüm ülkelerde aynı uygulamaları gerçekleştirmiştir. Bakınız! Bir başka belgede ne diyor. ABD Başkanı Wilson 1912 yılında; “Amerikan emperyalizminin temel hedefi, zayıf ülkelerin ham maddelerini ve ulusal pazarlarını açık birer kapı olarak tutmaktır. Bunun için diplomasi ve gerekirse zor kullanılmalıdır.” (Yeni Dünya Düzeni ve Kemalizm. S.78) O yıllardan bu yıllara ne değişti ki? Hatta daha önceki yıllardan… 1735-1826 yılları arasında yaşamış John Adams isimli biri ne diyor bakınız! “Bir ulusu fethetmenin ve köleleştirmenin iki yolu
vardır. Birisi kılıçla,diğeri borçla.” Borçlanma olayı ayrı ve önemli bir konu. Bu konuyu tartışmayı ileri bir tarihe bırakalım ama küçük bir alıntıyı da bilginize sunalım.
Borçlandırma, yani dış yardım konusunda bakınız ABD Başkanı John F. Kennedy ne diyor? “Dış yardım, Birleşik Devletlerin dünya üzerindeki etki ve kontrol elde etmesi ya da Komünist bloğa geçmesi kesin olarak mukadder olan birçok ülkenin bu duruma düşmemesini sağlayan bir metottur. ( S. Landers, Aralık 1961. Ak. Emperyalizm Çağı S.118) Dış yardımın baka neleri varmış? ABD’nin Dış Yardım Programı Başkanlık Komisyonu şunları söylüyor: “Yabancı Devlet Başkanlarına karşı hürmetimizi ispatlayacak bağışlar. Sovyet yardımını engellemek üzere acele ile hazırlanmış projeler, mevcut hükümetleri iktidarda tutmaya yarayacak görüşler de dâhil olmak üzere çok çeşitli borçlardan ve yardımlardan müteşekkildir.( a.g.e s118) Özellikle ABD’nin dış yardım konusundaki söylemleri gerçeği yansıtmıyor. Bir örnek de Osmanlı’nın son dönemlerinden verelim. 1870 yılında Fransız büyükelçisi Osmanlıya borç veremediği için büyükelçisini merkeze alıyor. İngiltere Osmanlıya borç vermek istiyor. Sadrazam kabul etmiyor. Büyükelçi: Borçlanmayı kabul etmeyince sadrazamı padişaha şikâyet ettim ve görevden aldırdım” diyor (Kanal B, 10. 06. 2006, Nazmi Kal’ ın açıklaması.)
Devamı Yarın...
Emperyalist ülkelerin, başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İngiltere olmak üzere önemli bir kuralları var.Diyorlar ki; “Terk ettiğin ülke ya da bölgede, yıllar sonra da olsa kullanabileceğin bir sorun bırak.”Çok iyi anımsıyorum. Abdullah Öcalan ABD tarafından teslim edildiğinde Antalya’da yaşıyordum. Gazeteci arkadaşım Erdoğan Kâhya bir televizyon kanalında canlı program yapıyordu. Sabah saatlerinde beni programa çağırdı. Programda Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edildiğini, bunun nasıl yorumladığımı sordu. Emperyalist ülkelerin yukarıda ifade etmeye çalıştığım kuralların anımsattım ve Öcalan’ın nasıl,ne zaman ve ne biçimde kullanılacağı konusunda tahminde bulunamayacağımı ama günü geldiğinde, yaşarsak göreceğimizi söyledim.
Canlı yayına bağlanan izleyicilerden de epey azar ve hakaret işittim.Aslında Öcalan’ın Türkiye’ye niçin teslim edildiğini ve yine niçin idam edilmemek koşuluyla teslim edildiğini bilen ciddi politikacılar, Üniversite öğretim görevlileri, gazeteciler ve yazarların bir bölümü, yani emperyalizmin kurallarını bilenler biliyorlardı.Bu konuda gerek askeri yetkililer ve bilim adamları yorumlar da yayımladılar. Emekli generallerin çoğu da, Öcalan’ın idam edilmemek üzere ABD tarafından teslim edilmesinin ardındaki gerçeğin ayırdındaydılar.Bakınız, konuyla ilgili E. General Haldun Solmaztürk, yürütülen açılım sürecinin kesinlikle yerli olmadığını, ( yerli olmadığı sözüne dikkat derim) kurgulanan sürecin devam ettirildiğini ve hükümetin masaya ellerini havaya kaldırarak oturduğunu söyledi.Yılmaztürk “Bu sürece yerli diyen yalan söyler. Çok önceden kurgulanan süreç devam ettiriliyor. Her şey baştan böyle kurgulanmıştı. Kökü 1998’e kadar dayanır. Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesi de sürecin bir parçasıdır. Öcalan Türkiye’ye bir plan çerçevesinde teslim edilmiştir.” (Aydınlık,12 Mart 2013) Kendi adıma sayın General’e tamamıyla katılıyorum. Kuşkusuz emperyalist ülkelerin önemli planları, programları, belirledikleri stratejileri var.
Öncelikle “Sayın Mr. Erdoğan” diye başlayan Memorandum’dan bir alıntı yapalım. Diyor ki Memorandumun(Yazılı bildirim) bir bölümünde; “….Ankara, küreselleşmenin gerekliliğini anlamak ve dünya’da geçerli olan kurallara uyum sağlamak (Siz bu kurallar sözünden Emperyalist kuralları anlayın lütfen) zorundadır. (Yani zorundadır diye emrediyor)Ankara şunu da anlamalıdır ki, uygun gördüğü kuralları uygulayıp, kendi çıkarlarına uymayanları reddetmesi mümkün değildir.” Memorandum’un tümü kesin bir emri içeriyor!Şimdilik bir yorum yapmadan bir başka belgeye bakalım. CIA’ın önemli kuruluşlarından Rand Corparation’un 1996 yılında yayın organlarında ve ABD strateji merkezinin hazırladıkları rapora bir göz atalım: “ABD artık ANAP ve DYP gibi partilerle Türkiye’yi kontrol edemez.Fazilet Partisinin başına yenilikçi kanadın geçmesi, Tayyip Erdoğan’ın Başbakan, Abdullah Gül’ün de Dışişleri bakanı olması halinde ABD Türkiye’yi kontrol altında tutmaya devam edebilir.”ABD, toprakaltı ve toprak üstü zenginliklerine göz diktiği tüm ülkelerde aynı uygulamaları gerçekleştirmiştir. Bakınız! Bir başka belgede ne diyor. ABD Başkanı Wilson 1912 yılında; “Amerikan emperyalizminin temel hedefi, zayıf ülkelerin ham maddelerini ve ulusal pazarlarını açık birer kapı olarak tutmaktır. Bunun için diplomasi ve gerekirse zor kullanılmalıdır.”
(Yeni Dünya Düzeni ve Kemalizm. S.78) O yıllardan bu yıllara ne değişti ki? Hatta daha önceki yıllardan… 1735-1826 yılları arasında yaşamış John Adams isimli biri ne diyor bakınız! “Bir ulusu fethetmenin ve köleleştirmenin iki yoluvardır. Birisi kılıçla,diğeri borçla.” Borçlanma olayı ayrı ve önemli bir konu. Bu konuyu tartışmayı ileri bir tarihe bırakalım ama küçük bir alıntıyı da bilginize sunalım.Borçlandırma, yani dış yardım konusunda bakınız ABD Başkanı John F. Kennedy ne diyor? “Dış yardım, Birleşik Devletlerin dünya üzerindeki etki ve kontrol elde etmesi ya da Komünist bloğa geçmesi kesin olarak mukadder olan birçok ülkenin bu duruma düşmemesini sağlayan bir metottur. ( S. Landers, Aralık 1961. Ak. Emperyalizm Çağı S.118)
Dış yardımın baka neleri varmış? ABD’nin Dış Yardım Programı Başkanlık Komisyonu şunları söylüyor: “Yabancı Devlet Başkanlarına karşı hürmetimizi ispatlayacak bağışlar. Sovyet yardımını engellemek üzere acele ile hazırlanmış projeler, mevcut hükümetleri iktidarda tutmaya yarayacak görüşler de dâhil olmak üzere çok çeşitli borçlardan ve yardımlardan müteşekkildir.( a.g.e s118) Özellikle ABD’nin dış yardım konusundaki söylemleri gerçeği yansıtmıyor. Bir örnek de Osmanlı’nın son dönemlerinden verelim. 1870 yılında Fransız büyükelçisi Osmanlıya borç veremediği için büyükelçisini merkeze alıyor. İngiltere Osmanlıya borç vermek istiyor. Sadrazam kabul etmiyor. Büyükelçi: Borçlanmayı kabul etmeyince sadrazamı padişaha şikâyet ettim ve görevden aldırdım” diyor (Kanal B, 10. 06. 2006, Nazmi Kal’ ın açıklaması.)