Geri kalmış toplum ve ülkelerin egemenleri ve yönetimi elde tutanlarının siyaset ve yönetimde elden bırakmadıkları silâh “Umut” pompasıdır.
Elde tuttukları umut pompasıyla siyasal, sosyal ve hayatın her alanında sürekli umut bulutları yaratmaktalar. Bu umut bulutlarının peşinde koşan kitleler ve bireyler, olumlu sonuçlar alamayınca etkinliklerini yitirmekte ve her şeyi birilerinden bekler duruma gelmektedirler.
Ülkemiz hayal umutlarının yoğun olarak yaşandığı bir yer. İktidarı ele geçirenler mangalda kül bırakmazlar, kitlelerin bilinçsiz alkış sesleri yoğunlaştıkça, adeta Tanrı’yla benzeşmeye çalışırlar ve toplumun sorunlarını halleder görüntüsü verip, olmadık vaatlerde bulunurlar.
Vaatlerin sonu gelir mi? Gelmez! Ama vaat yağmuru ve umut pompalaması devam eder. Aylar geçer, yıllar geçer sorunlar çözülmez, bulutlar rahmetsizdir, dertlere deva olmaz.
Yıllardır boş vaatlerle aldatılıp, umut içinde yuvarlanan toplumumuz gittikçe irtifa kaybetmekte ve ülkemiz Dünya değerlendirmelerinde sınıf altına düşmektedir. Nitekim Demokrasi, İnsan Hakları, Hukuk, Eğitim, özgürlükler ve Demokrasi alnında üçüncü Dünya ülkeleri sınıfında değerlendirilmektedir.
Bu irtifa kaybı Uluslar arası ilişkilerimizde çeşitli engellerin ve olmazların karşımıza çıkmasına neden olmaktadır. Ekonomik ilişkilerimizde bu durumdan zarar gördüğünden, kişi başı Ulusal gelirimiz On Bin doların üzerine çıkamamaktadır. Bununla kalmıyor, çok kirli bir ulusal gelir dağılımı ile Milyonlarca yurttaşımız yoksulluğun içine itiliyor.
Kötü bir Dış Politika çerçevesinde, komşularımızla da ilişkilerimiz sarsıntılı yürütülüyor. Yürütülen Dış Politika Sanki Devleti ve Ulusu değil, bir partiyi ilgilendiriyormuş gibi, İç Politikanın teknesinde yoğrulmaya çalışılıyor. Ülkedeki diğer siyasi Partiler ve Siyasi düşünceler yok sayılıyor. Türkiye güvenilmeyen, dışlanan bir ülke durumuna düşüyor.
Siyasi uygulamaların yanlışlığı içinde bocalayan ülkemizde hiçbir sorunumuzu halledemediğimiz gibi, kimi dış müdahalelerle karşılaşıyoruz ve eziklik içinde geri dönüşler yapıyoruz. Geçmişte ‘savaş nedeni’ saydığımız Ege Adalarına yapılan dış işgal konusunda sessiz kalırken, Bağımsızlık ve toprak bütünlüğümüze ellerimizle hançer saplıyoruz. Suriye konusunda yaptığımız Politik yanlışlar nedeniyle ülkemizi sığınmacı istilası altına uğrarken, komşu topraklarda oluşan bir bataklığa da saplanmamıza neden oldu.
Ülke olarak yaşadığımız bu bulanıklık, bu toplumsal çaresizliğimiz, tartışmaların beka sorununa kadar gelmesi ürkütücü bir durumdur. Bu çıkmazlar böyle mi devam edecek? Kendimize soralım ve cevap arayalım: Hep birilerinin yalan ve palavralarının peşinde koşmayalım. Bu umut yalanlarına inanıp hep böyle mi davranacağız? Hep başkalarının hayallerini gerçek sanıp boş umutlarla beklemeye mi devam edeceğiz? Cevap elbette ki ‘Hayır’ olmalıdır.
Cevabımız ‘Hayır’ ise hepimize görev düşüyor demektir. Kendimiz için, Halkımız için, ülkemiz için gücümüzü birleştirip bir şeyler yapmak zorundayız.
Ne yapmamız gerektiği konusunda iki değerli insanın dörtlüklerinden ders ve sonuç çıkaralım. Bakınız ne diyor Âşık Veysel, ne diyor Hüseyin Haydar?
Âşık Veysel Şatıroğlu’nun ‘ALDANMA’ başlıklı şiirinden bir dörtlük;
Aldanma cahilin kuru lafına
Kültürsüz İnsanın külü yalandır.
Hükmetse Dünya’nın her tarafına
Arzusu, hedefi, yolu yalandır!
Hüseyin Haydar’ın ‘HERKES İŞ BAŞINA’ başlıklı şiirinden;
Tıkadılarsa fabrika bacalarını,
Kestilerse çarşıların damarlarını,
Maltepe’de Kocaeli’nde, Bursa’da,
Falakaya yatırdılarsa Dokumayı, Petrokimyayı,
Kırdılarsa Sanayinin kollarını;
İş düşüyor Mimara, Mühendise,
Tüccara, Yurtsever polise iş düşüyor!
İş düşüyor Ayşe’ye, Fatma’ya, Ali’ye, Veli’ye,
İş düşüyor ölüye, diriye!
Haydi, herkes iş başına!
Ne yapılması konusunda başka söze gerek var mı? Kurtuluşu başkasında değil, Adalette, Özgürlükte, Bağımsızlıkta, bilimde ve kendi gücünde ara kardeşim!