1. MÜLKİYETİN KORUNMASI İLKESİYLE İLGİLİ EMSAL KARARLAR
Türkiye’nin Bireysel Başvuru yetkisini tanıma kararının ardından: 1989 ve 1990 yıllarında mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasıyle birçok şikâyet gündeme gelmiştir. Bayan Titina Louzidou bu binlerce kişilik grubun öncülerindendir. Bu sebeple, onun davası emsal dava teşkil etmiştir. Aynı tarihlerde başvuru yapan birçok kişinin davası bekletilmektedir. Emsal teşkil etmesiyle birlikte Loizidou beklemede olan birçok davanın da neticelendirilmesine yön vermiştir. Komisyon, Loizidou’nun mülkiyet iddiası ile ilgili olarak şu sonuca varmıştır:
“Loizidou, mülkiyet hakkına dayanarak taşınmaz mallarının olduğu bölgeye geçmek istemiştir. Başvurunun ana konusu budur. Mülkiyet Hakkı ise, serbest dolaşma hakkını (freedom of movement) içermez. Bu nedenle, Loizidou başvurusunun ana konusunu oluşturan, taşınmaz mallara ulaşma hakkı noktasında herhangi bir ihlal meydana gelmemiştir.”[1]
Ancak, 1974 Kıbrıs askeri müdahalesinin ardından, başvuru konusu topraklarda Türk egemenliği hâkim olduğundan, Girne’deki taşınmazlar bakımından bireylerin mülkiyet haklarından yararlanamamaları durumu gündeme geldiği iddiası kabul görmüştür. Bu sebeple mülkiyet hakkının sürekli olarak ihlal edildiğine ve oluşan zararın askeri müdahale gerçekleştirmesi ve topraklara hâkim olması sebebiyle Türkiye Cumhuriyeti tarafından tazmin edilmesi gerektiğine karar verilmiştir.
Kıbrıs - Türkiye davasının konusu Kıbrıslı Rum kesimin, 1974 askeri müdahale sonrası Kuzey Kıbrıs’ta bulunan evlerine dönüşlerinin engellenerek, mülkiyet haklarının ihlalinin gerçekleştiği iddiası yönündedir. Koruma bulan mülkiyet hakkına erişimin engellenmesinin yanı sıra başvuru sahipleri mallarının kullanılması, satılması, bağışlanması, kiralanması, geliştirilmesi ve bundan faydalanılması gibi en temel hakların da ihlal edildiğini iddia etmiştir. Ayrıca, ihlal iddiasında bulunulan hususlar bakımından ihlalin sürekli olarak gerçekleştiği ileri sürülmüştür.
“Komisyon, temelde Mahkeme tarafından Louzidou davasında ortaya koyduğu kriterleri göz önünde bulundurarak, Kuzey Kıbrıs’ta malları bulunan Kıbrıslı Rumların bu mallara erişmelerine, kontrol etmelerine, kullanmalarına ve faydalanmalarına engel olunmakla birlikte mülkiyet haklarının ihlal edilmesinden dolayı da herhangi bir tazminat ödemediği için 1 Numaralı Protokolün 1inci maddesinde ifade edilen hakların sürekli olarak ihlal edildiği sonucuna varmıştır.” [2]
Louzidou davası Rum kökenli bu tarz birçok davanın öncüsü olmasıyla bilinir, ancak Kıbrıs - Türkiye davası da en az Louzidou Kararı kadar emsal görülebilecek bir kararla neticelenmiştir. Aslında bu tarz davalarda, sosyolojik olarak bir inceleme yapma ihtiyacı doğmaktadır. Şöyle ki, dava konusu kararda mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasında bulunan başvurucular mülkiyet hakkını kullanma imkânından alıkoyulan tek kişi ya da taraf değillerdir.
İnceleme yapılırken, Mahkemenin Askeri müdahaleyi gerekli kılan sosyolojik ve tarihsel yapının ve bu müdahaleden etkilenen her iki tarafın da mülkiyet hakkını kullanamadığını da dikkate alması gerekir. Bu hadiseler, kamulaştırma vs yollarla mülkiyet hakkından yararlanamama kadar nisbi özellikte değillerdir. Müdahaleyi haklı kılan yapının, mülkiyet hakkının ihlalinden daha ağır geleceği ya da müdahaleyi daha gerekli kılacağı koşulların mevcudiyeti dikkate alınmalıdır.
Aksi halde, kamu yararı yoluyla getirilen kısıtlamanın kabul edilebilirliği ortadayken, kamu yararı gözeten bir müdahalede karşılaşılan mülkiyet hakkı ihlaliyle Türkiye’nin mahkûm edilmesi yerinde değildir. En az rum kökenli başvurucular kadar Türk vatandaşlarının da mülkiyet hakkını kullanmaktan yoksun kaldığı gerçeği göz ardı edilmemeli, her hadise sosyal ve tarihsel olarak içinde bulunduğu koşullara uygun olarak değerlendirilmelidir.