Yirminci Yüz Yıl Siyaset literatüründe dört kelime yoğun kullanımları nedeniyle dikkat çekiyor. Hangi dili konuşsanız, hangi sayfayı çevirseniz bu dört kelime karşımıza çıkıyor, dilimize dolanıyor…
Devletlerin ve insanların yaşamlarından öteleyemediği bu dört kelime, tümden birbirlerini tamamlayan kelimeler değil. Beri yanda ‘Barış ve Demokrasi,’ öte yanda ‘Savaş ve Silâh’ var. Çoğu yerde ve hayatın çeşitli anlarında, aynı söylem ve metinlerde birlikte kullanılan bu kelimeler birbirleriyle pek de barışık ve ardışık değiller…
Barış ve Demokrasi, İnsanlığın gelecek ideallerinin gerçekleşmesi doğrultusunda temel değerler dizisini oluştururken, Savaş ve Silâh, gerçekleştirilen veya gerçekleştirilmek istenen İnsani ideallerin yıkılması ve yokluğu yolunda kullanılan materyaller olarak kullanılıyorlar…
Bu kadar bir birine zıt kelimelerin çoğu kez birlikte zikredilip kullanılmasının gerekçesi nedir o zaman? İşte, işin püf noktası burası! Soruya cevap verebilmemiz için ‘Dünya Savaş tarihini’ ve ‘Emperyal Sömürü Tarihini’ irdelememiz gerekiyor…
Her canlının yaşama güdüsü doğal bir veridir. Yaşamasının temel şartı da beslenmedir. Beslenme şartı ve besin maddelerini elde etme zorunluluğu da savaşın temel gerekçesidir. Önceleri sadece beslenme anında oluşan anlaşmazlıklar, mülkiyet duygusunun gelişmesiyle şiddetini artırmış ve giderek savaşa dönüşmüştür. Mülkiyetin ve üretimin Kapitalistleşmesi giderek sömürgeciliğe dönüşmesiyle de, özellikle İnsanlar ve İnsan gurupları arasındaki çatışmalar acımasız sonuçlar doğurur duruma gelmiştir. Günümüzde de savaşların acımasızlığı giderek artmaktadır…
Silâh, İnsanın var oluşuyla tarihlenebilir. Ancak, ‘Ateşli Silâhların’ bulunuşu 10’uncu Yüz yıla dayanmasına rağmen, savaşlarda etkin biçimde kullanımı 13 üncü Yüz yıla kadar uzamıştır. Kullanım gecikmesinin nedeni ise ateşleyici ve itici etkin bir maddenin olmayışıdır. ‘Barutun’ 11 inci Yüz yılda bulunup, 13 üncü Yüz yılda etkinleştirilmesi ve kullanıma sunulmasıyla, Silâhın İnsanlık hayat ve tarihindeki yeri belirleyici ve kimi zaman da yönlendirici olmuştur…
Ateşli Silâhların savaş alanlarında kullanılması hem savaş çerçevesini genişletmiş, hem de savaşları daha korkutucu ve kanlı hale sokmuştur. Savaşın kanlı ve korkutucu sonuçları, İnsanın doğasında zaten var olan sahip olma ve başkalarını kullanma isteğini kamçılamış, ‘Köleliğin’ ve ‘Sömürgeciliğin’ yollarını açmıştır. Geliştirilen her silâh sömürgeciliği daha acımasız ve kanlı hale dönüştürmüş ve giderek küreselleşmiş ve ‘Emperyalist Sömürüye’ dönüşmüştür. Günümüz İnsanlığının en büyük düşmanı işte bu Emperyal sömürüdür ve onu uygulayanlardır…
Savaşın ‘Barışı’ doğurduğunu da söyleyebiliriz. Hatta Barış Savaşla ikiz kardeş gibidir. Doğumu, çoğu kez anlaşmazlıkların ve savaşların ardından geliyor. Çünkü kavga, Savaş ve anlaşmazlık olmasa ‘Barış’ kelimesini kullanmaya ve Barış aramaya gerek olmayacaktı…
Antik Yunan’ı bir kenara bırakırsak, ‘Demokrasi’ 20’inci Yüz yıl ürünü bir değer. İnsanlık bir yandan birbirinin kanını emmeye, karşıtlarını yok etmeye çalışırken, bir yandan da Barış içinde ve Demokratik bir ortamda yaşamanın yollarını arıyor. Demokrasiye ulaşmanın asgari koşulu ise ‘Savaşsız, Sömürüsüz’ bir dünya sisteminin kurulmasında yatıyor. İnsanlığın bu konudaki arayışları da takdire değer bir çaba olarak değerlendirilebilir…
Bu dört kelime bütün Dünya insanlığı tarafından kullanılmasına karşın, en fazla kullananlar her yönüyle (Ekonomik, Siyasi, Kültürel, Askeri yönden) güçlü olan ülkelerdir. Silâh sanayinin gelişimi ve yoğun artı değer getirisi nedeniyle sömürgeciliğin çok yönlü itici gücü olmuştur. Zayıf ve geri kalmış halklar, ülkeler silâh tehdidiyle korkutularak veya yok edilerek zenginliklerine el konulurken, çeşitli savaş kışkırtıcılığı ile guruplar arasında antlaşmazlıklar yaratıp, satım yoluyla yoksul ve çaresiz kitlelerden gelir aktarımı yapılmaktadır…
Dünya haritasına göz attığımızda, insanlığın yarıdan fazlası savaş ve karmaşa içinde yoksulluk, yolsuzluk, fakirlik, kan ve gözyaşı içindedir. Bu ülkeler silâh ararken, barış ve Demokrasi aramaya fırsat bulamamaktadırlar. Silâh, Savaş ve sömürüyü birbirinden ayrı değerlendiremeyiz... Bunlara ancak Barış ve Demokrasi ile cevap verebiliriz. Sömürgeciler, göz diktikleri ülkelere dostluk, işbirliği, Demokrasi yaveleri ile girerken, asıl amaç (Sömürü) hep gizli tutuluyor. Kurulan ilişkiler, yapılan antlaşmalar hep güçlülerin lehine işliyor…
Ülkemiz de bu tuzağın içine düşmüş durumda. Bir tarafta yapılan anlaşmalarla zenginliklerimiz Uluslararası sermayeye akıtılırken, bir yandan da emperyal silâh sanayine oluk gibi para aktarıyoruz. Bize söylenen ucu tatlı, arkası acı ve acıtıcı kelamlara kapılıp, kendimizi başkalarının emellerine alet ediyoruz… Bu günkü yoksulluğumuzun temelinde de başkalarının tatlı, ama sahte kelamları, yalan söylemlerine inanma saflığımız yatmıyor mu?