Günümüz dünyasında mahremiyetin anlamı, sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte kökten değişti.
Bir zamanlar yalnızca en yakın çevremizle paylaştığımız anılar ve duygular şimdi binlerce, hatta milyonlarca kişinin önüne seriliyor.
İnsanlar hayatlarının her detayını, evlerinin her köşesini ve hatta çocuklarının en savunmasız hallerini sosyal medyada sergilemekten çekinmiyor. Ancak bu durumun altında yatan nedenleri ve etkilerini sorgulamak önemli.
Ciddi bir etik sorunu
Sosyal medya, modern bir sahne haline geldi. Bu sahnede beğeniler ve yorumlar alkış; takipçi sayıları ise başarının ölçüsü olarak görülüyor. İnsanlar günlük hayatlarının sıradan detaylarını bile bu sahnede paylaşarak görünür olma arzusunu tatmin ediyor. Peki, bu paylaşma ihtiyacı nereden geliyor? Belki onaylanma isteği, belki de çağın dayattığı bir trend. Ancak burada göz ardı edilen en önemli şey, mahremiyetin değeri ve sınırları.
Özellikle çocuklar üzerinden yapılan paylaşımlar ciddi bir etik sorunu ortaya koyuyor. Çocuklar, bu kararların farkında bile değilken birer içerik üreticisine dönüştürülüyor. Henüz kırkı çıkmamış bir bebeğin fotoğrafının milyonlara sunulması, çocuğun gelecekteki psikolojik durumunu ve güvenliğini tehlikeye atabilir. Mahremiyet bilincine sahip anne babalar, çocuklarını zararlardan korumak için uğraşırken sosyal medyada bu hassasiyetin kaybolması düşündürücü.
Mahremiyet nerede?
Aynı şekilde, evlerin yatak odaları ve banyolarının dahi paylaşıldığı bir dünyada, kişisel alanın sınırları tamamen yok oluyor. Normalde perdeleri kapatarak giyindiğimiz bir ortamda, kamera karşısında bu doğal hassasiyet neden unutuluyor? Mahremiyet, yalnızca fiziksel bir durum değil aynı zamanda duygusal ve psikolojik bir ihtiyaçtır. Ancak sosyal medya kültürü, bu ihtiyacı görünürlük uğruna arka plana itiyor.
Sonuç olarak, mahremiyetin sınırlarını yeniden düşünmek ve sosyal medyada paylaşılan içeriklerin etkilerini sorgulamak şart. Her şeyin bir “içerik” haline geldiği bu çağda, hem kendi hayatımıza hem de çocuklarımızın geleceğine zarar vermemek adına bir adım geri atmalı, mahremiyetin değerini hatırlamalıyız. En özel anlarımız sadece bize ve en sevdiklerimize ait olmalıdır.