İnsanoğlunun en büyük marifeti ve gücü konuşma sanatına sahip olmasıdır. Kelimeler tek başlarına fazla ifadeler içermese de, bir dizinin halkaları halinde sıralandığında büyük bir silaha dönüşebiliyor. Kelimeler ve konuşma sanatı, özellikle öğreti ve siyaset sahnesinin değişmez ve mutlak silahları olarak kabul görülüyorlar… Bu silahı yerinde, zamanında ve etkili kullananlar, etrafını ve kitleleri bir araya toplayabiliyor, onları yönlendirebiliyor, yönetebiliyorlar…  
Özellikle, siyaset aktörleri kelimeleri kullanırken, onları cümle dizinine dönüştürürken oldukça dikkatli olmaları gerekmektedir. Aynı konuşma ve yazı metninde kullanılan kelime ve cümlelerin yerlerinin ufak bir değişiminde veya vurgusunda farklılık yaratıldığı zaman, anlam oldukça farklı yönlere gidebiliyor, farklı içerikler ifade edebiliyorlar. Kitleleri doğru yolda yönlendiren liderlerin konuşmaları incelendiğinde karşımıza insan ruhunu okşayan ve umut veren edebi metinler de çıkabiliyor. Bunun aksine, insanlığa karşı suç işledikleri aşikâr olan siyasi liderlerin konuşmalarında ise daha çok, tahrik, tahrip, küfür ve düşmanlık kokan hamaset duygularıyla karşılaşıyoruz...
Kişilerin ve kitlelerin, öğreti, duygu, düşünce iletişiminin en büyük aracı olan karşılıklı konuşma sanatı, özellikle siyaset sahnemizde pek revaç bulmuyor, temsilcilerimiz ve liderlerimiz ne yazık ki işin monolog tarafını yeğliyorlar. Gerek siyasi yapımızda ve gerekse bürokratik yapımızda ‘ben yaptım oldu ve benim dediğim doğrudur’ dayatması egemendir, daha çok monolog yöntemini seçerler… Özellikle, siyasetçilerin dili kullanma yöntem ve amaçları bireylerin, grupların, farklı düşünenlerin birlikteliğini ve aynı amaç etrafında toplanmalarını sağlayabileceği gibi, birlikte hareket edebilenlerin de dağılmalarına neden olabiliyor… Kimi siyasetçilerimizin masa başı ve günlük konuşmalarıyla, kitleler karşısındaki konuşmalarında o kadar fark var ki; kullanılan kelime ve cümlelerin aynı kişinin ağzından çıktığına inanamıyorsunuz. Yurttaşın kısıtlı sorgulamaları ve serzenişleri karşısında bile siyasetçilerimizin dili ve davranışları sertleşiyor, değişiyor…
Hâlbuki Türkiye’nin monologdan ziyade diyaloga ve birlikte düşünmeye, birlikte hareket etmeye ihtiyacı var. Toplumsal ve siyasi kültürümüzün günümüze kadar pek önem vermediği ve denemediği bu yol acaba başarılabilir mi? Bu konuda CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu önemli bir adım attı ve Güneydoğu sorunu konusunda İktidara diyalog çağrısında bulundu; hem de ön şartsız ve önerilere açık olmak garantisi ve kelimeleri üslûbunca kullanarak.  AKP kanadı ve Başbakan Tayyip Erdoğan bu çağrıya şimdilik hayır diyemedi. Kılıçdaroğlu, iktidar partisinin yapması gereken çağrıyı diğer muhalefet partilerine de yaparak, siyasi sorumluluk alanını daha da geniş tuttu…
AKP CHP Genel Başkanının önerisini kabul etmiş görünürken, Parlamentomuzdaki diğer iki parti kendilerini olayın dışında tutmak isterken, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ve bazı siyasetçilerin kullandığı kelimeler oldukça ağırdı ve suçlamalar içeriyordu. Karşılıklı suçlamalarına cevaplar gecikmedi, karşı suçlamalar ve ithamlar birbirini takip etti. Siyasetteki bu tür söylemler ve aynı doğrultudaki karşılıkları çözümü değil, çözümsüzlüğü körüklüyor ve ortam kargaşaya doğru itiliyor…
Şu söylemler siyasette çözüm aramak mıdır, yoksa çözümsüzlük üretmek midir? Bu asil(!) siyasi söylemlerin sahiplerine halkımız dikkat etmelidir!
Ne diyor siyaset erbabımız:
“Tasmalarından biz kurtardık.” 
“Hapishane gardiyanları.”
“Mezarlık bekçileri.”
“Ölü seviciler.”
“Kapılarımız …’ ye kapalı.”
Bu seviyeye düşmüş bir siyasete bel bağlayamayız, yarınlarımızı emanet edemeyiz. 
CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu ve bazı CHP yetkilileri son aylarda “Yeni CHP” diye bir terminoloji geliştirdiler. Bunun aslının ve gerekçesinin ne olduğu halkımızca yeterince bilinmiyor. Yeni CHP’ciler CHP’nin altı okundan rahatsız olabilirler mi? Zannetmiyorum! Tek parti döneminin Devrimlerinden rahatsız olabilirler mi? Zannetmiyorum! Ekonomik modelinden, Eğitim modelinden rahatsız olabilirler mi? Zannetmiyorum! Toprak Reformu girişiminden, çok partili Demokratik döneme geçişten rahatsız olabilirler mi? Zannetmiyorum! İdeolojisinden rahatsız olmuş olabilirler mi? 
Zannetmiyorum ama içimde de bazı kuşkular uyanmadı desem yalan olur! Yeni CHP diyenler, mutlaka bu söylemin içini CHP’lileri tatmin edecek, CHP tarihine leke sürmeyecek biçimde doldurmalıdırlar. 
Partiler canlı birer sosyal organizmadır; evrimleşmeleri, gelişim içinde yenileşmeleri, ideolojilerini ve eylemlerini daha ileriye taşımaları kaçınılmazdır. Ancak bu gelişmeler, partinin geçmiş tarihini reddeder biçimde yok sayarak isminde bile değişiklik yapmaya çalışmak ve partinin geçmişinde yapay bir utanç sayfası açmayı gerektirmez… 
Kelimelerin, cümlelerin gücü çoğu silâhtan daha etkilidir. Yudum yudum içilen su olduğu gibi, bir damlası bile kitleleri öldürecek zehire dönüşebilir. Karşısındakini vurduğu gibi, çoğu kez sahibini de vurduğu tarihsel örnekleriyle bilinen bir gerçektir! 

İnsanoğlunun en büyük marifeti ve gücü konuşma sanatına sahip olmasıdır. Kelimeler tek başlarına fazla ifadeler içermese de, bir dizinin halkaları halinde sıralandığında büyük bir silaha dönüşebiliyor. Kelimeler ve konuşma sanatı, özellikle öğreti ve siyaset sahnesinin değişmez ve mutlak silahları olarak kabul görülüyorlar… Bu silahı yerinde, zamanında ve etkili kullananlar, etrafını ve kitleleri bir araya toplayabiliyor, onları yönlendirebiliyor, yönetebiliyorlar…  

Özellikle, siyaset aktörleri kelimeleri kullanırken, onları cümle dizinine dönüştürürken oldukça dikkatli olmaları gerekmektedir. Aynı konuşma ve yazı metninde kullanılan kelime ve cümlelerin yerlerinin ufak bir değişiminde veya vurgusunda farklılık yaratıldığı zaman, anlam oldukça farklı yönlere gidebiliyor, farklı içerikler ifade edebiliyorlar. Kitleleri doğru yolda yönlendiren liderlerin konuşmaları incelendiğinde karşımıza insan ruhunu okşayan ve umut veren edebi metinler de çıkabiliyor. Bunun aksine, insanlığa karşı suç işledikleri aşikâr olan siyasi liderlerin konuşmalarında ise daha çok, tahrik, tahrip, küfür ve düşmanlık kokan hamaset duygularıyla karşılaşıyoruz...

Kişilerin ve kitlelerin, öğreti, duygu, düşünce iletişiminin en büyük aracı olan karşılıklı konuşma sanatı, özellikle siyaset sahnemizde pek revaç bulmuyor, temsilcilerimiz ve liderlerimiz ne yazık ki işin monolog tarafını yeğliyorlar. Gerek siyasi yapımızda ve gerekse bürokratik yapımızda ‘ben yaptım oldu ve benim dediğim doğrudur’ dayatması egemendir, daha çok monolog yöntemini seçerler…

Özellikle, siyasetçilerin dili kullanma yöntem ve amaçları bireylerin, grupların, farklı düşünenlerin birlikteliğini ve aynı amaç etrafında toplanmalarını sağlayabileceği gibi, birlikte hareket edebilenlerin de dağılmalarına neden olabiliyor… Kimi siyasetçilerimizin masa başı ve günlük konuşmalarıyla, kitleler karşısındaki konuşmalarında o kadar fark var ki; kullanılan kelime ve cümlelerin aynı kişinin ağzından çıktığına inanamıyorsunuz. Yurttaşın kısıtlı sorgulamaları ve serzenişleri karşısında bile siyasetçilerimizin dili ve davranışları sertleşiyor, değişiyor…

Hâlbuki Türkiye’nin monologdan ziyade diyaloga ve birlikte düşünmeye, birlikte hareket etmeye ihtiyacı var. Toplumsal ve siyasi kültürümüzün günümüze kadar pek önem vermediği ve denemediği bu yol acaba başarılabilir mi? Bu konuda CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu önemli bir adım attı ve Güneydoğu sorunu konusunda İktidara diyalog çağrısında bulundu; hem de ön şartsız ve önerilere açık olmak garantisi ve kelimeleri üslûbunca kullanarak.  AKP kanadı ve Başbakan Tayyip Erdoğan bu çağrıya şimdilik hayır diyemedi. Kılıçdaroğlu, iktidar partisinin yapması gereken çağrıyı diğer muhalefet partilerine de yaparak, siyasi sorumluluk alanını daha da geniş tuttu… AKP CHP Genel Başkanının önerisini kabul etmiş görünürken, Parlamentomuzdaki diğer iki parti kendilerini olayın dışında tutmak isterken, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ve bazı siyasetçilerin kullandığı kelimeler oldukça ağırdı ve suçlamalar içeriyordu. Karşılıklı suçlamalarına cevaplar gecikmedi, karşı suçlamalar ve ithamlar birbirini takip etti. Siyasetteki bu tür söylemler ve aynı doğrultudaki karşılıkları çözümü değil, çözümsüzlüğü körüklüyor ve ortam kargaşaya doğru itiliyor…

Şu söylemler siyasette çözüm aramak mıdır, yoksa çözümsüzlük üretmek midir? Bu asil(!) siyasi söylemlerin sahiplerine halkımız dikkat etmelidir!Ne diyor siyaset erbabımız:“Tasmalarından biz kurtardık.” “Hapishane gardiyanları.”“Mezarlık bekçileri.”“Ölü seviciler.”“Kapılarımız …’ ye kapalı.”Bu seviyeye düşmüş bir siyasete bel bağlayamayız, yarınlarımızı emanet edemeyiz.  CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu ve bazı CHP yetkilileri son aylarda “Yeni CHP” diye bir terminoloji geliştirdiler. Bunun aslının ve gerekçesinin ne olduğu halkımızca yeterince bilinmiyor. Yeni CHP’ciler CHP’nin altı okundan rahatsız olabilirler mi? Zannetmiyorum! Tek parti döneminin Devrimlerinden rahatsız olabilirler mi? Zannetmiyorum! Ekonomik modelinden, Eğitim modelinden rahatsız olabilirler mi? Zannetmiyorum! Toprak Reformu girişiminden, çok partili Demokratik döneme geçişten rahatsız olabilirler mi? Zannetmiyorum! İdeolojisinden rahatsız olmuş olabilirler mi?  Zannetmiyorum ama içimde de bazı kuşkular uyanmadı desem yalan olur! Yeni CHP diyenler, mutlaka bu söylemin içini CHP’lileri tatmin edecek, CHP tarihine leke sürmeyecek biçimde doldurmalıdırlar.  Partiler canlı birer sosyal organizmadır; evrimleşmeleri, gelişim içinde yenileşmeleri, ideolojilerini ve eylemlerini daha ileriye taşımaları kaçınılmazdır. Ancak bu gelişmeler, partinin geçmiş tarihini reddeder biçimde yok sayarak isminde bile değişiklik yapmaya çalışmak ve partinin geçmişinde yapay bir utanç sayfası açmayı gerektirmez… 

Kelimelerin, cümlelerin gücü çoğu silâhtan daha etkilidir. Yudum yudum içilen su olduğu gibi, bir damlası bile kitleleri öldürecek zehire dönüşebilir. Karşısındakini vurduğu gibi, çoğu kez sahibini de vurduğu tarihsel örnekleriyle bilinen bir gerçektir!