Anayasalar, Devletlerin kuruluş ve yapılanmasındaki ana proje ve Master Plânlamalardır. Yapılanma sürecinde ve yaşam sürekliliğinde bu proje ve plânlamalara uyulmazsa,  Devletin ve Devleti oluşturan unsurların hayat bulması mümkün değildir. Bir Devletin temel sağlamlığı ve yaşam süresi, Anayasasının Hukuk temelinin sağlamlığına, toplumsal kucaklayıcılığına, İnsan Hakları ve Özgürlükler havuzunun genişliğine ve bu akidelerin yerinde uygulanıp uygulanmadığına bağlıdır.

                T.C.Anayasası da günümüz İnsanının temel ihtiyaçlarına cevap verecek temel kuralları tadat etmiştir. Genel esasları belirleyen birinci kısımda kaydedilen Anayasa maddelerine göre:

                Madde 2- İnsan haklarına saygılı, Laik ve Sosyal bir Hukuk Devletidir,

                Madde 5- Türk Milletinin bağımsızlığını, Ülkenin bölünmezliğini, Kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak, kişinin temel hak ve Hürriyetlerini sınırlayan Siyasal, Ekonomik ve Sosyal engelleri kaldırmayı ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişimi için gerekli şartları hazırlar,

                Madde 6- Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Hiç kimse ve organ, kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisini kullanamaz,

                Madde 9- Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır,

                Madde 10 - Herkes, Dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ayrılığı gözetilmeksizin kanun önünde eşittir,

                Madde 17- Herkes, yaşam, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir diyor ve emrediyor Anayasamız.

                Şimdi hayata dönelim ve gerçeklerimizle yüzleşelim; acaba gerçekten Anayasal görevlerimizi Ulus ve Devlet olarak yerine getiriyor muyuz?

                Devlet ve Millet olarak, İnsan Haklarına saygılı mıyız? Bu soruya her konuda hayır diyebiliriz. Özellikle yoksul kesimlerin haklarını talep ve alma konusunda oldukça sıkıntılı olduklarını hepimiz biliyoruz.

                Lâiklik var demek yalanın ve riyanın en büyüğü olur. Bu ülkede Din

                Türkiye’de Devlet yapımız ‘Sosyal mi’ acaba? Sosyal yapının yanından bile geçmez. Öyle fakir fukaraya 3-5 torba toz kömür, bir-iki kilo makarna vermekle ‘Sosyal Devlet’ olunmuyor. Sosyal Devlet, yaşam ve gelişim sürecini bütünüyle güvenceye alan Devlettir.

                Kişilerin temel hak ve Hürriyetlerini sınırlayan engeller tamamen kaldırılmış mı, yoksa yeni yeni engeller mi konuyor? Devlet hangi konularda kılavuzluk ediyor? Örnek vermek çok zor.

                Egemenlik, gerçekten ‘kayıtsız şartsız milletin mi’? Hâlbuki bu ülkede gücü (Sosyal, Siyasal, Ekonomik)ele geçirenler her türlü egemenlik haklarını tepe tepe kullandıkları Devleti, Devlet de Dini her türlü çıkarı için kullanabiliyor gibi, başkalarının egemenlik haklarına da saldırıyorlar, ellerinden almaya çalışıyorlar ve alıyorlar da!

                ‘Yargı yetkisi, Türk Milleti adına Bağımsız mahkemelerce kullanılır mış!’ Ya Sıkıyönetim Mahkemeleri, Olağanüstü hal mahkemeleri, Özel Yetkili Mahkemeler ne oluyor? Hadi diyelim ki normal mahkemeler Türk Milleti adına karar veriyor, Özel yetkili Mahkemeler kim adına karar veriyor? Halk adına karar vermediği, birilerinin isteği adına karar verdiklerini yaşayarak görüyoruz.

                Hiç fark gözetilmeksizin, herkes kanun önünde eşit miş! Yok yahu! Aç kaldığı için simit çalan çocuklar 5-10 yıl hapis yatarken, Milyar çalanların el üstünde tutulduğu, Devlet yönetmeğe çalıştığı bir ülkede, nasıl oluyor da herkes Kanun önünde eşit oluyor? Bu ifade halkla dalga geçmek mi, yoksa güldürü mü?

                Biz Millet olarak farkında olamadığımız veya lâkaydi ile karşıladığımız Sosyal ve Hukuksal bir Paradoks yaşıyoruz. Yazdıklarımızla uygulamalarımız bir türlü uyuşmuyor:

                ‘Basın Hürdür, Sansür edilemez’ diye yazıyoruz,  Yüzlerce gazeteciyi zindanlara dolduruyoruz.

                ‘Herkes izin almaksızın gösteri hakkına sahiptir’ diyoruz, haklı oldukları konularda tepki gösteren, hak arayan insanların üzerine zırhlı arabaları sürüyor, zehirli gazla boğuyoruz.

                ‘Askeri Vesayetten’ dert yanıyoruz, Darbecilerin yaptıkları seçim sistemi ile seçilip Parlamentoyu oluşturuyoruz. Bu seçim yasasıyla %10,5 oyla 550 Milletvekilinin bir partiden seçilebilmesine yeteri kadar itiraz edip direnç göstermiyoruz.

                Anayasanın içeriği ile değil, kimin yaptığıyla ilgileniyoruz. Anayasaları kim yaparsa yapsın, şayet özgür ve Demokratik bir ortam, Hukuk Devleti ve yurttaşlara eşitlik sağlıyorsa sorun değildir. Üstelik içeriği de o kadar belirleyici olmuyor. Eğer Anayasayı uygulamıyorsanız, içinde ne yazarsa yazsın pek önem taşımıyor.

                Yaşadıklarımız ve ülkemizin geldiği durum dikkate alındığında, Doksan yıllık çabalarımızın hedefine ulaşmadığını görüyoruz. Olmuyor, olmuyor. Bir türlü beceremiyoruz ve sistemimiz, yöntemlerimiz ve Devlet uygulamalarımızla çağdaş ve insan odaklı bir yapıya kavuşamıyoruz…

                Sistemimiz Çağdaş Demokrasiye benzemiyor. Ancak umutsuzluğa yer yok. Bu ülke insanı, özgür ve adil bir geleceği inşa edecek dinamikleri de içinde taşıyor!