Kulağa hoş gelen, Dünya’nın siyasi ve Coğrafi haritasının birçok yerinde insanların duygularını gıdıklayan, çağdaş yaşamda temel oluşturması gereken bir sözcük
Söylem ve talep güzel de, özneler konusunda insanlık henüz tam bir uzlaşmaya ulaşmış değil. Ulus kim? Millet kim? Halklar kim? Bu sıfatlar hangi şartlarla taleplerin öznelerini temsil eder; bunun somut tanımı tam olarak yapılabilmiş değil.
“Ulus” kimine göre bir etnisiteyi, kimine göre ilke ve amaç birliğini, kimine göre ise ülke birliğini ifade etmektedir. Ulus kavramını ülke sınırları ile tanımlayanlar olduğu gibi, kristalize topluluklar olarak değerlendirenler de var.
“Millet” tanımı üzerinde de fikir birliği oluşmuş değil. Millet tanımını Ulusla aynı görenler olduğu gibi, dinsel birliktelik olarak tanımlayanlarda var.
“Halklar” tanımı büyük toplulukları ifade ettiği gibi, parçalanmış, tüzel kişilik oluşturamayacak ölçüde ufalmış insan topluluklarını da ifade ediyor. Bu konuda da somutlaşmış bir tarif ve tanım yoktur.
Haklı gibi görünse de bu tarifler ve istemler eleştiriye açıktır. Tam tanımlanamamış, sınırları çizilememiş, gerçek hedefleri tam saptanamamış kavramlar etrafında dönerek, “Ulusların”, “Milletlerin”, Halkların kendi geleceklerini tayin (Self Determinasyon Right) hakkı, geleceğe problem taşımadan nasıl gerçekleştirilecek henüz tam belli değil. Ancak, zorluğuna rağmen, insanlık kendi çelişkilerini aşacak, daha insani bir yaşam ve yönetsel sistemleri kurmanın yollarını arayacaktır.
Mücadelesi XVII. Yüzyıl sonlarında başlayıp, 1789 Fransız Devrimi ile somutlaşan hareketler, İmparatorlukların dağılma sürecini başlatmış, “Ulus Devletler” dönemi penceresini açmıştır. Kapitalizmin evrenselleşmeye ve Emperyalistleşmeye başlaması, Ulus Devlet taleplerinin artması İmparatorlukların sonunun hazırlanmasında etkisi olmuş gelişmelerdir. Kapitalist Emperyalizmin emeklemeye başlaması ile Ulus Devlet taleplerinin ortaya çıkması aynı zaman dilimine rastlamıştır.
Wilson prensiplerinin ortaya atılması ve Marksist-Leninist Sosyalist düşüncenin de, etnik yapılanmaya ve sömürgeleşmeye meydan vermemesi esasıyla kabul edilebilir bulması, Halkların kendi geleceklerini belirleme hakkı, XIX. Yüz Yılda geniş kitlelerde taraftar bulmuş, Osmanlı Devleti de büyük ölçüde bu akımdan etkilenmiştir.
Osmanlı Devleti bu gelişmelerden uzak kalamamış veya zamanı iyi okuyamamış olmalı ki, sömürgecilerin tuzağına düşmüş, gerileme, parçalanma ve yoğun bir borçlanma içine düşmüştür. Osmanlı’nın bu düşüşü, ulusal bağımsızlığı ve ‘ULUS DEVLET’ olma iddiasındaki TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN kuruluşunu getirmiştir.
Halkların kendi geleceklerini belirleme hakkı, talepkârlar için mutlak kurtuluş ve refah sağlayabilecek mi? İşte bu konu günümüz Dünyasında oldukça şüphelidir. Zaten Kapitalist Emperyalizmin temel amacı da, ülkelerin ve toplumların güç oluşturmaması, iç sorunlarla boğuşması ve her türlü rekabet yeteneğini kaybetmesidir.
Ulus Devleti bekleyen en büyük tehlikelerin başında, giderek içe sıkışarak evrensel değerleri yitirme tehlikesidir. Bu durum uzun vadede izolâsyonu da beraberinde getirebilir.
İçe ve dışa dönük değişmez mutlak talepler, şiddet ve terör sebebi, hatta savaş kaynağı olabilir. Sosyal, Siyasal, ekonomik daralmaya ve kültürel kısırlaşmaya neden olabilir.
Yakın zamanda iki ülkenin kısmi bölgelerinde Referandumlar yapıldı. Her ikisi de içerde ve dışarıda farklı karşı tepkilere neden oldu. Her ikisi de bağımsız devletlerin bölünmesini içeriyor, etnik tehlike taşıyor.
İspanya’daki Katalan ayrışmasında daha çok ekonomik neden önde görünüyor. Irak’ın kuzeyindeki referandum ise, her haliyle etnik ayrışma temeline oturuyor.
Her iki Referandumda da kolay sonuç alınır görünmüyor; birilerinin tarihe not düşmek sevdası ağır basmış olabilir. Devletlerin parçalanmasının yanında, toplumların da parçalanmasına neden olacağı için, kolay olmayacak.
Hiçbir devlet göğsünden ve sırtından hançerlenmeye razı olmayacağı gibi, çevresel hiçbir devlet de bünyesinde kaşıntıya, iltihaplanmaya sebep olacak parazitlerin oluşmasına razı olmaz.
Referandumla, ayrılık veya bağımsızlık peşinde koşanlar her türlü hesabı yapmak zorundalar. Tarihsel akışın dününü, bu gününü ve yarınını yanlışsız değerlendirmeleri gerekir. Ayrılık ve Bağımsızlık taleplerini hayali paradigmalar üzerine oturtarak sürdürürlerse, kendilerine, çevrelerine, bölgelerine ve tüm insanlığa verecekleri zararın önüne geçmek zor olacaktır.
Paranın Tanrılaştığı, sömürgeciliğin hayatın iliklerine işlediği günümüz dünyasında, ‘Tek ve Hür’ yaşama hayat hakkı tanınmıyor. Nazım’ın şiirinin son satırı, hür ve bağımsız yaşamak için lime lime olmak değil, bütünleşip “Bir orman gibi kardeşçesine” yaşamak daha güvenceli.