Bölgemizde oynanan Uluslararası oyunun sonu görünür gibi oldu. İki Yüz yıla yakın süredir sahneye konmak istenen oyuna, uygun ortamı, senaryoyu ve aktörleri bulamayan güçler, nihayet aradıklarını buldular ve oyunu sahnelemeye başladılar… Sömürgeciliğin “böl yönet” taktiği, tarih sahnesindeki rolünü rahat oynar duruma geldi

                Türkiye’nin, Dünya ve Ortadoğu oyunundaki yazılımları yanlış ve bunu sahneleyecek yönetmenleri ve aktörleri, ne yazık ki, bu oyunun amaçlarını ve hedeflerini kavrayamamış, yanlış ortaklıklara ve yapay dostluklara bel bağlamışlardır. Yapay dostlukların sonu hep hüsran olmuş ve faturayı oyunun oyuncuları değil, seyirci konumundaki halk ödemiştir ve halen ödemeye devam etmektedir…

                Türkiye’nin, evrensel oyun içindeki rol seçiminin yanlışlığı NATO üyeliği ile başlamıştır. Emperyal bir koruma mekanizması olarak kurulan NATO, Türkiye’ye hiçbir zaman ittifakın korunacak ve yardım edilecek bir üyesi olarak bakmamıştır. Yirminci yüz yılın ikinci yarısındaki Dünya siyasi ve Askeri kutuplaşması ve soğuk savaş döneminde ön cephe, ileri karakol ve muharip güç olarak görevli kılınmış, karar mekanizmasında yetkisizleştirilerek emir altına alınmıştır. Ucuz asker deposu olarak değerlendirilen Türkiye, otuz yıldır yaşadığı ayrılıkçı terör konusunda yalnız bırakılmış, hatta NATO üyesi ülkeler tarafından terör örgütü kurumsal olarak desteklenmiş, Türkiye’nin hareket olanakları siyasi ve Askeri açıdan engellenmiştir.

Özellikle, ABD ile yapılan ve halen Türkiye insanının içeriğini bilemediği “ikili antlaşmalar” Türkiye’nin bağımsızlığının sonu ve bağımlılığının mührü olmuştur. Türkiye, çoğu kez bu antlaşmalar yüzünden azarlanmış, itilip kakılmış, iç ulusal konularında bile engellenmiştir. Terörle mücadelede sınır ötesi hareketin engellenmesi, Irak’ın kuzeyinde görevli askerlerimizin başına çuval geçirilmesi bağımlılığımızın göstergesidir. Bu hareketler karşısında sessiz kalışımız, geçmişte imzaladığımız ve içeriği gizli tutulan ikili antlaşmalara dayanır. Ulusallığı, Bağımsızlığı kavrayamamış yöneticilerin ülkedeki hâkimiyetleri de, egemenler için bir başka dayanak noktasıdır…

ABD elçisi Ricciardone masum bir turist gibi Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde tur atıyor, halkla ve bölgesel yetkililerle görüşmeler yapıyor. Davranışları iyi niyet görüntüsü vermezken, sömürge Valisi gibi davranıyor, kendilerini ilgilendirmeyen birçok şeye burnunu sokuyor. Bu ülke yetkili ve yöneticilerinden biri de çıkıp “hey, hemşerim, sen oralarda ne arıyorsun?” demiyor. Bağımlılık böyle bir şey olsa gerek!

Hürriyet Gazetesinden Tolga Tanış, Amerikan İlerleme Merkezi (CAP) adlı düşünce kuruluşunun yetkilisi Michael VERZ ile yaptığı röportajda sorulan bir soruya şu yanıtı alıyor: “Bazen şaşırıyorum. Türkiye’ye karşı yürütülen komplo teorileri konusunda harcanan enerji beni korkutuyor… AKP hükümetinin komploların dolaşıma sokulmasına olanak sağlayan bir atmosfere izin verdiği de çok net.  Uluslar arası şirketlerin üstlendiği fesat rol…  Bu Türk hükümetine olan güvenin altını oyuyor.” (Aydınlık Gazetesinden) Bu, çok ayaklı bir oyunun ifadesidir…

Her seferinde %50 yi işaret eden ülke Başbakanı Tayyip Erdoğan, kalabalıklar karşısına konan yüksek platformda övünerek kükrüyor: “Biz, BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) eş başkanıyız. Yüksek yerlerden yapılan bu görevlendirme bizimkinin koltuklarını kabartmış olmalı ki; önünü ardını anlamadan övünerek halka yansıtıyor ve ne yazık ki halkımızda bunu alkışlıyor. Bu alkışların, yanlış imzalara, yanlış taahhütlere itici güç olduğunu anlamayan siyasetçiler de her şeye sahip olduklarını zannediyor…

Türkiye, Siyaset oyununu yanlış aktörler eliyle yanlış oynuyor. Ülkemiz çok partili dönemin en uzun kesintisiz iktidar dönemini yaşıyor. İktidar, Cumhuriyet ve Devrimlerle kavga ediyor. İstikrar adına Türkiye’nin altının oyulduğu saklanıyor, oynanan oyun karartılıyor. Türkiye, Uluslararası bir masada bölünme, ya da kanlı bir iç savaşa gebe görünüyor… Siyasetçilerimiz ise hâlâ sandalye peşinde koşuyorlar!

Gezi Parkı olaylarını değerlendirirken Başbakan Tayyip Erdoğan bütün ulusa şu soruyu soruyor: “Ayaklar ne zamandan beri baş oldu?” Bu sorunun cevabını en iyi Başbakan biliyor ama söylemiyor. Bari biz söyleyelim: Ulusal Kurtuluş Mücadelesini, Devrimleri, Demokrasiyi, Özgürlüğü, Hukuku, İnsan Haklarını benimsemeyen, bu topraklar üzerine oynanan oyunları kavrayamayan yanlış aktörler iş başına geldiğinden beri “ayaklar baş oldu”!

Kaderimiz mi, aptallığımız mı, korkaklığımız mı? Cevabını baş olan ayaklar ve yanlış oynayan yanlış aktörler versin!