İnsan ve toplum yaşamında zaman, çok fonksiyonlu bir Akademi gibi, Atölye gibi, bilge bir Öğretmen gibi öğretici ve yönlendirici rol oynuyor. İnsan ve toplumlar, tanık oldukları veya bizzat kurgulayıp müdahil oldukları olumlu-olumsuz gelişmelerden, çoğu kez zararlı çıkıp üzülse de çok şeyler öğreniyor…
Arap Baharı adı altında Ortadoğu ve Akdeniz İslâm ülkelerinde çıkartılan karmaşa ve iç kırışmalar boşuna değil. Anadolu da bir söz vardır; "Karga Camış'ı (Manda) boşuna bitlemez" derler. Karganın derdi, Mandanın sırtındaki böcekleri ayıklamak değil, o böceklerle karnını doyurmaktır…Arap Baharı denen kalkışmaları da kurgulayıp, halkları yönetenlere ve birbirlerine karşı kışkırtanların derdi, Arap dünyasının özgürleşmesi, Demokratikleşmesi ve Hukuk Devletlerine dönüşmesi değil, bu ülkelerin zenginliklerinin talan edilmesi, yağmalanması isteğidir…
Arap kırışmasının bir parçası olan Suriye'deki iç savaş Türkiye'yi oldukça rahatsız etti. Suriye' deki gelişmeler ve farklı cepheleşmeler, Siyasi, Askeri ve strateji akıldanelerimizin hesabında olmayan gelişmelere neden oldu; Türkiye'ye karşı farklı cepheler oluştu. Türkiye'yi doğrudan ilgilendirmeyen sorun, yanlış politika ve uygulamalar sebebiyle doğrudan ilgilendirir duruma geldi. Bu konuda Dışişleri Bakanı (Bakamayanı) Davutoğlu ve Başbakan Erdoğan'ın yanlış algı ve uygulamaları, Türkiye'yi Suriye sorununun tam göbeğine çekti. Canımızı yakacak gibi görünen bu sorundan, Suriye dışında en çok zararı görecek ülkenin Türkiye olacağını söylemek, bilmişlik ve falcılık olmaz…
Başkaları adına Suriye'deki iç çatışmada keskin taraflardan biri olan Türkiye, ummadığı tehlikelere açık olduğu gerçeğini görünce, silâhlanma telâşına düştü ve NATO'dan PATRİOT füzesi talebinde bulundu. Nükleer başlık taşıyan Balistik Füzelere karşı kullanmayı düşündüğü bu füzeleri, silâh dökümünde bulunduran üç NATO ülkesi ABD-ALMANYA ve HOLLANDA fırsatı kaçırmadılar ve Türkiye'nin bu talebinin NATO tarafından yerine getirilmesi doğrultusunda girişimlerini yoğunlaştırdılar. Her devir sömürgeci idealler taşıyan bu ülkeler için böyle yağlı ballı bir fırsat kaçırılmazdı ve kaçırmadılar elbette…
Şimdi bu füzelerin sayısının ne olacağı, nereye ne kadar yerleştirileceği, kumandanın kimde olacağı (bizde olamayacağı kesin), nereye yönlendirileceği, ne kadar süre kalacağı tartışılıyor. Tartışılmayan tek şey, maliyetinin ne kadar olacağı ve kim tarafından (biz ne güne duruyoruz)karşılanacağıdır…
Suriye'ye müdahil olmakla, sınırlarına füze yerleştirmekle, Türkiye komşularının tümü ile köprüleri atmış oluyor. Etrafında kendi eli ile düşman çemberi örüyor ve bölgede güvenilirliğini yitirirken, kendi yalnızlığını da yaratıyor…
Konumu itibariyle Dünya barışı için en fazla çaba göstermesi gereken Türkiye, dönem dönem farklılaşarak yaratılan düşmanlarla baş edebilmek için silâhlanma yarışına giriyor ve halkının refahı için harcayacağı artı değerleri, Uluslar arası silâh tekellerinin cebine aktarıyor. Soğuk Savaş dönemindeki silâhlanma konusunda geçmişten aktarılan bir hikâyeciği yinelemekte yarar var; bir Sovyet yetkilisi ile bir Türk yetkilisinin diyalogunda, Sovyet yetkilisi Türk yetkilisine: "Değerli dostum, etrafınızdaki komşularınıza karşı silâhlanıyorsanız, bu silâhlar çok fazla, şayet bize karşı silâhlanıyorsanız, bu silâhlar pek bir şey ifade etmez" diyerek, Türkiye'nin silâhlanma isteğini eleştirir…
Şimdi geldiğimiz noktada, bu füzeler Suriye'ye karşı konuşlandırılıyorsa vay bizim halimize… Yeni yeni düşmanlar yaratmadan öte bir fayda sağlamayacağını gören varsa lütfen yetkililere iletsin ve halkımızı aydınlatsın!
Patriot talep ederken Başbakanın ağzından çıkan bir cümle, bizi yönetenlerin Devlet, Ulus, Bağımsızlık ve Özgürlük konusundaki algılarını gözle önüne seriyor. Ne diyor Başbakan? "Türkiye aynı zamanda NATO toprağıdır". Demek ki bizim tapuların mühürleri patatestenmiş, tapular sahte imiş! Meğer Anadolu Coğrafyası NATO'nun malı imiş!
Tapu konusunda, sağ siyasetin ağa babası ve bu günkü neyin temsilcisi olduğu, bu ülkenin geleceği ilgili ne düşündükleri pek belli olmayan, Hukuk ve İnsan hakları ile pek ilgileri olmayan siyasetçileri yetiştiren Süleyman Demirel'den bir hikâyecik anlatalım. Demirel'in Başbakanlığı döneminde Meclise 'servetin vergilendirilmesi' hakkında bir önerge verilir. Demirel önergeye karşı çıkar ve "Tapuyu deldirtmem" diyerek, önergenin reddedilmesini sağlar. Demirel tapunun delinmesini istemez, ama siyasetteki çırağı bu topraklara NATO'yu ortak eder!
Yıllarca bu halkın kafasına vura vura telkin ettiler, "KADERE İNANIN". İnandık ve her şeyin kader olduğunu düşünerek 'cep delik, cepken delik' hatta 'donumuzun ağı delik' yaşadık yoksulluğumuza isyan etmeden. Meğer atalarımızdan kalan tapularımız da delikmiş!