Devlet Büyüğü kavramı saygı ve sevgi uyandırmalı.
O sıfatı alan kişi boy pos olarak, cüsse olarak değil; bulunduğu makamın yüceliği, bilge ve ağır başlı kişiliği, herkesin saygı duyacağı babacan ve kucaklayıcı rolü ile büyüktür.
AKP iktidarının ilk yılları onların deyimi ile "askeri vesayet" dedikleri güçlerle sürtüşerek geçti. Bu dönemde Abdullah Gül'ün Çankaya'ya çıkması TSK'nın yüksek rütbelileri arasında rahatsızlık yaratmıştı. 27 Nisan E-Muhtırasında, "Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün, “Ne mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır" diye kendisine tavır alınmıştı.
Buna karşın A.Gül süreç içinde C.başkanı oldu.
Yüksek rütbeliler Gül'ün elini sıkmama, arkasını dönme, ziyaret etmeme, ayağa kalkmama gibi tepkiler gösteriyorlardı. O zaman çalıştığım yayın organında bu tavırları eleştirip, "Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı olan kişiye sevmesek bile herkes saygı göstermeli" diye naçizane fikrimizi söylemiştik. A. Gül, görev süresince ılımlı kişiliği, olayları yumuşak bir dille yorumlaması ile saygı kazandı. Yani 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül devlet adamı sıfatını taşıyarak, görevini tamamladı.
Askeriyeden gelen ya da sivil, Cumhuriyet döneminde 12 Cumhurbaşkanı görev yapmış.
İlk Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk, 12. Cumhurbaşkanımız ise R.Tayyip Erdoğan. Sayın Erdoğan'a kadar olan Cumhurbaşkanlarından Cemal Gürsel'den bu yana görev yapanlar ömrümüzün kapsama alanında bulunuyor. Cemal Gürsel dönemi hariç, Cevdet Sunay'dan bu yana hepsini radyolardan, televizyonlardan dinlemişliğim vardır. Göreve geliş yöntemleri farklı da olsa hepsi, "Devlet adamı", "Devletin temsilcisi" "Devlet Büyüğü" sıfatlarını hak etmiştir.
Cumhurbaşkanları, seçilinceye kadar şu ya da bu siyasi partiden olabilir.
Ama seçildikten sonra siyasi görüşü uysun uymasın 78 milyon yurttaşı temsil eder. Kendisine dil, din, ırk, siyasi düşünce farkı olmaksızın herkes saygı gösterir. Ama bu saygı hak edilir, bu saygıya layık davranılır.
Bugüne kadar ki Cumhurbaşkanlarımızdan; İsmet İnönü, Celal Bayar, Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk, Kenan Evren, Turgut Özal, Süleyman Demirel, Ahmet Necdet Sezer ve Abdullah Gül'den amiyane bir söz, argo bir laf, kendi halkına, muhalif kişilere ima yollu da olsa aşağılayıcı, onur kırıcı sözcükler kullandıklarını duymamıştık.
Ama bugünkü Cumhurbaşkanımız ne yazık ki direkt olarak cibilliyetsiz, şaklaban, haysiyetsiz, edepsiz, soysuz ve şu an aklıma gelmeyen bir yığın sözcük kullanmıştır. İma yollu dinsiz, kitapsız diyerek, "affedersiniz" diye başlayıp etnik kimlik, muhalif kişiler ve mezhepleri küçük düşürücü konuşmalar yapmış ve halen de yapmaktadır. Kendi partisinden olmayanlarla kan davası gütmekte, herkese gözdağı verip, "Eyyyy!" diye başlayıp, "aklını alırım, peşini bırakmam" diye tehdit etmektedir.
Sayın Erdoğan "başkan olmak" isteyen bir kişinin yapmaması gereken her şeyi yapmakta, kendi dava arkadaşları dahil herkesi aşağılamakta ve bu aşağılamaya tepki gösterenleri daha da aşağılamak için var gücüyle meydanlara ve ekranlara çıkmaktadır.
Bugünle birlikte 3 gün kaldı. Haftasonunda yapılacak seçimde sadece ülkenin parlamentosunu belirlemeyeceğiz. Aynı zamanda "devlet adamı", "devletin temsilcisi" "devletin başı" sıfatlarını taşıması gereken malum kişinin davranışlarını da test edeceğiz.
Artık Sincan'da tank yürüterek demokrasiye "balans ayarı verme" dönemi kapanmıştır.
Ama sandıkta bu hoyrat, kirli ve kibirli üsluba oylarımızla "balans ayarı vermek" şart olmuştur. Bu ayara en çok da AKP'nin ihtiyacı vardır...