Aldatmak ve aldanmak, kişilerin ve toplumların yaşamlarının her alanında var. Kimileri bilinçli, çoğunluğu bilinçsiz algılamalarla belirleyici sonuçlar doğuruyor ve toplumların yönlendirilmelerinde kullanılıyor. Aldatanlar çoğu kez hâkim sınıflar ve mensupları olurken, aldananları genelde yoksul sınıflar ve ezilenler oluşturuyor.
Günlük hayatımızdaki kişisel aldatıp, aldanmaları bitarafa bırakarak, sadece iç ve dış siyasi aldanmaları ve aldatmaları tırmıklayarak kaşıyalım ve gerçekleri görmeye çalışıp, tarihimizin uzun yıllarını atlayarak, son Altmış yılımızı irdeleyip, aldatanlara ve aldananlara bakalım:
Çok partili dönemin ilk iktidar değişimi “Yeter söz Milletin!” sloganı ile oldukça şaşaalı olmuşken, gelinen iktidar koltuklarında ne Demokrasi kalmış, ne de halkın söz hakkı. Parlamento bile devre dışı bırakılmış, muhalefetin sesinin kısılması için çeşitli senaryolar üretilmiştir. DP’nin seçim vaatleri unutulmuş,  Demokrasi dışı iştahların yolları döşenerek, halkın Demokratik iradesini kullanarak, iktidarı değiştirme hakkı elinden alınarak kandırılmıştır.
İkinci paylaşım savaşı sonrası kurulan NATO’nun takdimi tam bir kandırmacadır. Komünizm tehlikesi bahanesiyle kurulup, aslında sömürgeci batı sermayesini koruma amacı taşıyan NATO, Türkiye’yi hep ‘Hazır Kıta’ ve ‘İleri Karakol’ olarak görmüştür. NATO’daki ortaklarımız, otuz yıldır uğraştığımız terör konusunda yardımcı olmadığı gibi, terör örgütlerini destekleyici davranışlarda bulunmuşlardır ve hâlâ bu destekleri devam etmektedir. Toplumumuz, NATO ve mensuplarının dostumuz olduğu konusunda aldatılmış ve aldanmıştır.
Ülkemizde periyodik olarak yapılan Askeri darbeler ve Muhtıralar da tam bir aldatmacadır. Askeri darbeler siyasi hayatımızın bir parçası olmuş, “Devletin korunup kollanması” bahane edilerek, roplum uzun yıllar aldatılmıştır. Darbeler genellikle ‘sağ gösterip sol vuran’ sonuçlar doğurmuş, halkımızın geleceğe yönelik filizlerini budamış,  toplumun yönü çağın gerisine döndürülerek gerici iktidarların yolu açılmış ve halk bir kez daha aldatılmıştır. Darbeleri ve muhtıraları alkışlayan halkımız, çözümün kendinde olduğunu bir türlü aklına getirmemiş, kandırıldığını bir türlü fark edemeyerek emirlere boyun eğmiştir. Güce ve korkuya boyun eğme neredeyse alışkanlık ve yaşam biçimine dönüşmüştür.
Türkiye’deki iktidar değişimleri de aldatma ve aldanma paradigmaları üstüne oturuyor. Devredenler ‘halkı mutlu, gelişmiş bir ülkeden bahsederken, devralanlar mutlaka ‘Enkaz’ devraldıklarını beyan ederler. Her iki tarafın açıklamaları gerçeklerden uzak, sorunları ve gelişmeleri toplumun gözünden kaçırmaya yönelik olup, gelecekte kullanılacak bahanelerin ilk işaretleridir. İki taraflı söylem de aldatmaya yönelik olup, halkımızda bu ikilemi birlikte kabullenmeye ve aldanmaya teşne bir davranış göstermektedir.
Siyasette başarı delillerinin reddedilmezi, halkla kitlesel temas olan meydan mitingleri ve geniş salon toplantılarıdır. O salon ve meydan kürsülerinde Aslan kükremelerini andıran ses tonuyla halka kabul ettirilmeye uğraşılan asılsız vaatler, seçim zamanlarının sandıktan önce konulan noktalardan biridir. Heyecan yüklenmiş, bu yalan yanlış vaat kükremelerine koşulsuz inanıp, aslını sorgulamadan alkış tutanlar, her türlü faturayı ödemeye hazır hale gelmişlerdir.  Kurnazca yapılan aldatma işi de, kabullenilmiş aldanma işi de gönüllülük esasına dayandırılır ve günahlardan, suçlamalardan vareste tutularak legalleştirilir.
Bu ülkenin halkı, kimileri tarafından Terör konusunda aldatıldı, Ekonomik konularda, Demokrasi konusunda, İnanç konusunda, İnsan hakları konusunda ve toplumsal yaşamın her alanında aldatıldı ve aldandı.  Dış Politika, BOP, Irak, Arap Baharı, Libya, Mısır, Suriye ve AB konusunda aldatıldı ve aldandı.
Aldatma ve aldatılma egemen sınıfa ayrıcalık getirirken, geniş yığınların yaşam alanlarını kısıtlıyor, karartıyor. Bu tür uygulamaların devamlılık kazanması giderek kanıksanıyor ve toplumsal yaşam biçimine dönüşüyor.
Yıllardır bu ortama alıştırılmaya çalışılan halk, her şeye rağmen, yaşantısının gerçeklerini söze dönüştürüyor ve diyor ki; Alçak Eşeğe binen çok olur. Olumsuzluğu böyle dillendiren biz, Ulus olarak bu haksızlıkları kabul edip, bile bile kabullenip boyun eğersek, daha çook beyefendi(!)  sırtımıza biner!
Aldatılmaya alıştığımız için, anlayamadığımız en önemli şey, yaşamın ellerimizde, avuçlarımızda olduğudur. Ulus olmanın temel şartlarından biri, kendine güvendir!

Aldatmak ve aldanmak, kişilerin ve toplumların yaşamlarının her alanında var. Kimileri bilinçli, çoğunluğu bilinçsiz algılamalarla belirleyici sonuçlar doğuruyor ve toplumların yönlendirilmelerinde kullanılıyor. Aldatanlar çoğu kez hâkim sınıflar ve mensupları olurken, aldananları genelde yoksul sınıflar ve ezilenler oluşturuyor.

Günlük hayatımızdaki kişisel aldatıp, aldanmaları bitarafa bırakarak, sadece iç ve dış siyasi aldanmaları ve aldatmaları tırmıklayarak kaşıyalım ve gerçekleri görmeye çalışıp, tarihimizin uzun yıllarını atlayarak, son Altmış yılımızı irdeleyip, aldatanlara ve aldananlara bakalım:

Çok partili dönemin ilk iktidar değişimi “Yeter söz Milletin!” sloganı ile oldukça şaşaalı olmuşken, gelinen iktidar koltuklarında ne Demokrasi kalmış, ne de halkın söz hakkı. Parlamento bile devre dışı bırakılmış, muhalefetin sesinin kısılması için çeşitli senaryolar üretilmiştir. DP’nin seçim vaatleri unutulmuş,  Demokrasi dışı iştahların yolları döşenerek, halkın Demokratik iradesini kullanarak, iktidarı değiştirme hakkı elinden alınarak kandırılmıştır.

İkinci paylaşım savaşı sonrası kurulan NATO’nun takdimi tam bir kandırmacadır. Komünizm tehlikesi bahanesiyle kurulup, aslında sömürgeci batı sermayesini koruma amacı taşıyan NATO, Türkiye’yi hep ‘Hazır Kıta’ ve ‘İleri Karakol’ olarak görmüştür. NATO’daki ortaklarımız, otuz yıldır uğraştığımız terör konusunda yardımcı olmadığı gibi, terör örgütlerini destekleyici davranışlarda bulunmuşlardır ve hâlâ bu destekleri devam etmektedir. Toplumumuz, NATO ve mensuplarının dostumuz olduğu konusunda aldatılmış ve aldanmıştır.

Ülkemizde periyodik olarak yapılan Askeri darbeler ve Muhtıralar da tam bir aldatmacadır. Askeri darbeler siyasi hayatımızın bir parçası olmuş, “Devletin korunup kollanması” bahane edilerek, roplum uzun yıllar aldatılmıştır. Darbeler genellikle ‘sağ gösterip sol vuran’ sonuçlar doğurmuş, halkımızın geleceğe yönelik filizlerini budamış,  toplumun yönü çağın gerisine döndürülerek gerici iktidarların yolu açılmış ve halk bir kez daha aldatılmıştır. Darbeleri ve muhtıraları alkışlayan halkımız, çözümün kendinde olduğunu bir türlü aklına getirmemiş, kandırıldığını bir türlü fark edemeyerek emirlere boyun eğmiştir. Güce ve korkuya boyun eğme neredeyse alışkanlık ve yaşam biçimine dönüşmüştür.

Türkiye’deki iktidar değişimleri de aldatma ve aldanma paradigmaları üstüne oturuyor. Devredenler ‘halkı mutlu, gelişmiş bir ülkeden bahsederken, devralanlar mutlaka ‘Enkaz’ devraldıklarını beyan ederler. Her iki tarafın açıklamaları gerçeklerden uzak, sorunları ve gelişmeleri toplumun gözünden kaçırmaya yönelik olup, gelecekte kullanılacak bahanelerin ilk işaretleridir. İki taraflı söylem de aldatmaya yönelik olup, halkımızda bu ikilemi birlikte kabullenmeye ve aldanmaya teşne bir davranış göstermektedir.

Siyasette başarı delillerinin reddedilmezi, halkla kitlesel temas olan meydan mitingleri ve geniş salon toplantılarıdır. O salon ve meydan kürsülerinde Aslan kükremelerini andıran ses tonuyla halka kabul ettirilmeye uğraşılan asılsız vaatler, seçim zamanlarının sandıktan önce konulan noktalardan biridir. Heyecan yüklenmiş, bu yalan yanlış vaat kükremelerine koşulsuz inanıp, aslını sorgulamadan alkış tutanlar, her türlü faturayı ödemeye hazır hale gelmişlerdir.  Kurnazca yapılan aldatma işi de, kabullenilmiş aldanma işi de gönüllülük esasına dayandırılır ve günahlardan, suçlamalardan vareste tutularak legalleştirilir.

Bu ülkenin halkı, kimileri tarafından Terör konusunda aldatıldı, Ekonomik konularda, Demokrasi konusunda, İnanç konusunda, İnsan hakları konusunda ve toplumsal yaşamın her alanında aldatıldı ve aldandı.  Dış Politika, BOP, Irak, Arap Baharı, Libya, Mısır, Suriye ve AB konusunda aldatıldı ve aldandı.

Aldatma ve aldatılma egemen sınıfa ayrıcalık getirirken, geniş yığınların yaşam alanlarını kısıtlıyor, karartıyor. Bu tür uygulamaların devamlılık kazanması giderek kanıksanıyor ve toplumsal yaşam biçimine dönüşüyor.

Yıllardır bu ortama alıştırılmaya çalışılan halk, her şeye rağmen, yaşantısının gerçeklerini söze dönüştürüyor ve diyor ki; Alçak Eşeğe binen çok olur. Olumsuzluğu böyle dillendiren biz, Ulus olarak bu haksızlıkları kabul edip, bile bile kabullenip boyun eğersek, daha çook beyefendi(!)  sırtımıza biner!

Aldatılmaya alıştığımız için, anlayamadığımız en önemli şey, yaşamın ellerimizde, avuçlarımızda olduğudur. Ulus olmanın temel şartlarından biri, kendine güvendir!