Yazının başlığı, üstat Neyzen TEVFİK’İN “Kime sordumsa seni” adlı dörtlüğünün bitiriş kelimeleridir. Dörtlük: sosyal, siyasi, ahlâki ve toplumsal kırgınlığın, kızgınlığın, aldatılmışlığın tepkisidir, eleştirisidir… Üstat, toplum yaşamındaki olumsuzluklara karşı dile getirdiği taşlamaları ile ünlüdür; bu dörtlüğü de o taşlamalarından biridir.
Belli ki, Neyzen Tevfik kimi uygulama ve gelişmelerden rahatsız olmuş ki; bu dörtlüğü yazmak zorunda kalmış. Aradan geçen 60-70 yıla rağmen değişen elle tutulur bir şey olmadığına üzülerek tanıklık ediyoruz ve bu günlerde yine Milletvekillerimiz ile ilgili tartışmaların içinde buluyoruz kendimizi…
Milletvekillerimiz ülkenin can alıcı sorunlarıyla yeteri kadar ilgilenmezler de, şahsi ikballerine dönük eften püften ve özellikle maddesel sorunlarını gündemin başına neden taşırlar? Kendilerine kimi ayrıcalıkların sağlanması doğrultusunda neden zaman harcarlar? Günlük kişisel yaşamlarında neden dokunulmaz kılınırlar?
Milletvekili dokunulmazlığı, uzun yıllardır tartışma alanlarımızın başındaki konulardan biridir. Hiçbir Demokraside bizdeki gibi, Milletvekillerine hayatın tüm alanlarını kapsayan ‘dokunulmazlık’ hakkı verilmemiştir. Kürsü dokunulmazlığı Milletvekilinin mutlak elinde olması gereken en temel hakkıdır ve asla dokunulmamalıdır… Ama ötesi!
Ülkemizde dokunulmazlık hakkı yanlış kullanılmaktadır. Milletvekillerimiz yarı tanrılar gibi bir koruma zırhı ile güvenceye alınmışlar, işleyebileceği her türlü suçtan adeta azade kılınmışlardır. Nasıl olur ve hangi mantık yürütülür de, görevi kötüye kullanmak, yolsuzluk, kalpazanlık, kaçakçılık, rüşvet, teröre destek, trafik ihlâli ve daha bir sürü ahlâki ve yüz kızartıcı suç yargıdan vareste tutulur! Böyle bir durum, bizim toplumsal bakış açımızın ne kadar akıl dışı, hukuk dışı olduğunun göstergesidir. Birilerine böyle bir hukuk dışılığı, ayrıcalığı kabullenip hak olarak tanıyorsak, olumsuzluklar ve haksızlıklar karşısında bırakın tepkiyi, sızlanma hakkımızı bile elimizle birilerine teslim ediyoruz demektir…
Milletvekillerimiz sınırsız ayrıcalıklarının yanında bazı ekonomik ayrıcalıklara da sahipler. Asgari ücretin 15-20 kat oranındaki ücretleri yetmemiş olacak ki; kimi mal varlıkları ve bazı işlerden aldıkları ücretlerinin beyan dışına çıkarılması için çalışılmaktalar. Böyle bir ücretlendirmeyi hizmet anlayışıyla açıklamak mümkün olmadığı gibi, hukukla bağdaştırmak, Anayasal eşitlikle izah etmek ve vicdanlara sığdırmak da mümkün değildir…
Ayrıcalıklı Milletvekillerimize ne yüksek maaş, ne kıyak emeklilik, ne de çok geniş sosyal haklar ve değişik dokunulmazlıklar da yetmiyor, alacakları hediyenin sınırını genişletmeye çalışıyorlar. İş kotarılırsa, şimdiye kadar çok zorlandığımız Milletvekillerimize verebileceğimiz hediye paketinin(!) değeri konusunda rahatlamış durumdayız. Artık 12 bin liralık hediyelerimizi gönül rahatlığı ile vekillerin hediye kutularına bırakıp, yurttaşlık görevimizi yapmanın mutluluğuna erişebiliriz…
Şu açık bir gerçek ki; bu talep ve uygulama hayat bulursa, Milletvekillerinin seçmenlerden rüşvet almaları yasallaşmış olacak. 680 lira aylık ücretin olduğu bir ülkede, kim kime 12 bin liralık hediye verir? Yurttaş Milletvekiline veya görevliye niçin hediye versin? Beyler, beyefendiler: lütfen minareye kılıf bulmaya çalışmayın!
Dünya’da, görevi suiistimal edenlerin, yolsuzluk yapanların, kalpazanlık yapanların, kaçakçılık yapanların, yüz kızartıcı suç işleyenlerin, rüşvet alanların, trafik ihlâli yapanların, adam dövenlerin, teröristlere destek verip kucaklaşanların ödüllendirildiği, korunmaya alındığı bir ülke gören veya duyan var mı? Siz belki duymamış, görmemiş olabilirsiniz, ama böyle bir ülke var. Neresi mi? Bizim ülkemiz, Türkiye!
Özdemir Asaf diyor ki; “Bütün renkler aynı hızla kirlendi, birinciliği beyaza verdiler”. Bu gidişle toplumsal kirlenmemiz için, “bütün toplum katmanları ve görevliler aynı hızla kirlendi, birinciliği Parlamenterlere verdiler” diye tarihe not düşülürse hiç şaşmayalım!
Ey sahte Demokrasi: sen nelere kadirsin!