Zira, ekonomide '' kişi, aile ya da ülke olsun hiç kimse ürettiğinden daha fazla tüketemez'' kuralı var. Tüketirse borçlanmak zorunda kalınıyor. Borçlanma belirli bir sınırda sonlanıyor.
Klasik Türk geleneğinde ''bir lokma, bir hırka'' anlayışı vardı. Herkes kendine göre tasarruf ederdi. Bu geleneğin bozulduğunu görüyoruz. Nitekim milli hasıladan %78 oranında tüketim yapılırken, son istatistiklere göre tüketim %88 oranına ulaşmış durumda.
Günümüz geleneği ''bir daha mı dünyaya geleceğim yaşa'' anlayışına dönüştü. Herkesin elinde kredi kartı. Ne bulursa satın alıyor. Bankalar daha çok tüketici kredisi veriyor. Ürettiğinden daha fazla tüketen bir topluma dönüştük.
Seçim kazanmayı amaç edinen siyasi otorite tüketimi adeta teşvik ediyor. Erken emeklilik yasaları çıkarılıyor. Geçmişe ilişkin uydurma fırsatlardan istifade etmeyi hak olarak tanıyor. Vatandaş bir an önce emekli olup yan gelip yatmayı tercih ediyor. Üretmeden tüketmenin mümkün olamayacağı hesabı yapılmıyor.
Siyasi otorite son on yıldan beri inşaat sektörünü destekledi. Desteklemeye devam ediyor. İnşaat sektörü ekonominin itici gücü. Ancak bir çeşit tüketim olarak karşımıza çıkıyor. Kaynakları tüketiyor. Ortaya bina ve yol çıkıyor. Sanayi üretimine kaynak bırakmıyor.
Aşırı tüketimin sonucu olarak ekonomi cari açık veriyor. Cari açığı önlemenin yolu ithal malları tüketimini kısmak ve ihraç mallarının üretimini artırmaktan geçiyor.
Ekonomik kurallar sorunu kendiliğinden çözüyor.
-Dengeyi kurmak zorunda kalan ekonomi kurları artırıyor.Artan kurlar halkın gelir seviyesini düşürüyor. Üretmeden tüketenler fakirleşiyor.Fakirleşen halk daha az tüketmek zorunda kalacaktır.
-Kur artışı gelir seviyesini düşürdüğü için konut sektörünü doğrudan etkileyecek ve konut satışları hızla azalacaktır. İnşaat sektörü durgunluğa girecek ve fakat ihracata dayalı sanayi üretimi ivme kazanacaktır.