DİSK, KESK, TMMOB ve TTB öncülüğünde Ankara’da düzenlenen Barış yürüyüşü ve mitingi için biz gazeteciler sözleştiğimiz üzere Ankara tren garı önünde saat 10.00  sıralarında buluştuk.

Doğan Tılıç, Faruk Bildirici, Osman Köse, Facebook’un Çapulcu Frida’sı Nuray, Ali Erdoğan bizi arayan gazetecilerle buluşmak için bekliyoruz. Az sonra da yürüyüş kolunda ÇGD, TGS, DİSK Basın iş ve genelde Gazetecilere Özgürlük Platformu olarak yerimizi alacağız.  
Beş dakika geçmemişti ki, 10-15 metre ötemizde ard arda iki şiddetli patlama ve ateş topu ile kendimizi sağa sola savrulmuş bulduk.
Kaçışmalar, yaralılar, parçalanan insan cesetleri.
TTB üyesi  doktorlar yaralılara anında müdahale etmeye giriştiler, ama polisler, ambülanstan önce gelen TOMA'lar gaz sıkmaya başladı. Doktorların yaralılara müdahalesi de önlendi. Ölümlerin önemli bölümü bu sırada meydana geldi.
Ben bu sırada yere savrulan bir genç kızı kolundan tutup kaldırdım, bize en yakın kaçış yönü olan istasyon binasına doğru yürüttüm. İstasyonun bütün camları  kırılıp savrulurken bir grupla istasyona girip oradan uzaklaşmaya çalışıyoruz.
Hatay’dan geldiğini, üniversite öğrencisi olduğunu söyleyen yanımdaki kız, bir anda durdu, üzerindeki beyaz tişörtüne bakarak bağırdı: “Aneee, ben vuruldum muu?
Kızın üzerindeki beyaz tişört kan lekeleriyle doluydu. Kız elleriyle vücuduna, karnına, göğsüne vurdu, yokladı. “Ben vuruldum mu anne” diye çığlık atıyordu.
Sonra gördük ve anladık ki kendisinde bir şey yok. Yakınımızda vurulan, parçalanan başkalarının kanları, bu gencin tişörtüne sıçramıştı.
Biz ÇGD’den Nuray ile  birbirimize tutunup, 5-6 kişilik grupla birlikte demiryolu boyunca uzaklaşırken, yanımızdaki, tişörtü kanlı kız öğrenci telefonuyla Hatay’daki annesini aradı.
Sinir krizi içindeydi ve daha  hiçbir şeyden haberi olmayan annesine telefonda bağırıyordu; “Anneee ben vurulmadım, tişörtümdeki kanlar başkasından bana sıçramış.”
Telefonunu elinden yavaşça aldım, daha 5-10 dakika önce olan, henüz televizyonlarda haber bile olmayan, konudan hiçbir bilgisi olmadığını bildiğim annesine dedim ki, ”Ankara mitingine bomba attılar, kızınız iyi, olay yerinden uzaktayız. haberlerde duyarsanız endişelenmeyin, merak etmeyin.”
Tekrar telefonunu kendisine verdiğimde genç kız annesine bağırmaya devam ediyordu: “Anneee, ben vurulmadım. O kan başkasından gelmiş.”
Sonrası biliniyor.
Ölenlerin sayısı 100’ü aştı. Yüzlerce yaralı.
Benim belleğimde de bu telefon konuşması kaldı.
Şimdi düşünüyorum da, babasıyla birlikte aynı katliamda yaşamını yitiren 9 yaşındaki ilkokul öğrencisi Veysel Atılgan dile gelseydi, o da hemen annesini telefonla arar ve herhalde şöyle seslenirdi:
“Annee, babamı da, beni de vurdular, öldürdüler. Cenazemize mutlaka gel, orada babamın da, benim de elimi tut, olur mu?”
Geçici Başbakan Davutoğlu mırın, kırın konuşuyor. Ne dediği de anlaşılmıyor. "Elimizde canlı bombacıların listesi var ama eylem yapmadan onları tutuklayamayız.”
Tutuklamıyorlarmış. Demek ki bundan sonraki eylemler için ellerinin altında olması gerekiyor.
Oysa aynı iktidar, eylem yapmadan, gazeteci, aydınların da içinde olduğu yüzlerce kişiyi, delilsiz iddalarla Silivriye doldurmuştu.
İşid üzerinde duruyorlarmış. İktidar yetkilileri öyle diyor. İşid’i iktidarın büyütüp beslediği, silahla donattığı, "git Esad’ı  devir” diye sırtını sıvazladığı, iktidarın stratejik ortağı  ve de artık vurucu gücü olduğunu bilmeyen kaldı mı?
Bu konuda en özlü değerlendirmeyi Sosyal Medya’da gazeteci arkadaşımız Hasan Uysal yazdı:
“Görünen o ki, hükümetin en ufak ne istihbarat açığı var ne de güvenlik zafiyeti. Belki de hükümet ilk kez dört dörtlük bir iş başardı.Tam istedikleri gibi  eylem oldu. Şimdi aralarında, 'bu tamam şimdi önümüzdeki operasyona bakalım’ diye ‘Çak” yaptıklarını düşünüyorum."
Ankara  katliamının sonucu: Ölü sayısı 100’ü aşkın.
Yaralı sayısı 60 milyondan fazla.
60 milyondan geri kalanı da Mehmet Barlas gibi “olur böyle şeyler. Orta doğuda bu işler böyledir. Bombalar patlar insanlar ölür. Biz de orta doğu ülkesiyiz” diye yazabilen iktidar yanaşmalarıdır.
Türkiye nasıl bir ülke? Diye soranlara şunu söylemek doğru olur:
İnsanların tesadüfen yaşadığı ve insanların tesadüfen ve kitleler halinde öldüğü, öldürüldüğü, sorumlu mevkideki yöneticilerin de sırıttığı bir ülke.