Montesquieu (1689-1755) kuvvetleri üçe ayırıyordu. Yasama-Yürütme-Yargı. Yargıyı ise federatif kuvvet olarak tanımlıyordu. Bu ayırım günümüze kadar gelmiştir. Yargı, diğer siyasi güçlere benzemez. Onu bağlayan kurallar vardır.
Birinci kural, pozitif yasalardır. Hakim pozitif yasalara uymak zorundadır. Mevcut ve uygulanmakta olan yasalara pozitif yasa diyoruz. Pozitif yasların, doğal yasalara aykırı olması, adaletin en önemli sorunudur. Zira, uygulanmakta olan yasa yargıyı bağlıyor. Hakim, konu hakkında yasa bulamaz ise, önce içtihatlara bakar. İçtihat yok ise geleneklere bakar. Gelenek yok ise, kendini yasa koyucu yerine koyar ve kararını verir.
Ülkemizde; pozitif yasaların, doğal yasalara aykırılığını yargıya mal etme gibi yanlışlık yaşanıyor. Sorunu çözecek makam yargı değil, siyaset kurumudur.
Yargı federatif kuvvet olarak tanımlanır. Yargı kendiliğinden hareket edemez. Bir güç onu harakete geçirmelidir. Kamu adına savcı, şikayetçi ya da avukatı dava açmalıdır. Hakim, önüne dosya gelmedikçe, konu hakkında hiç bir şey yapamaz. Ülkemizde yargı, federatif güç olmanın sorunlarını yaşıyor. Bu sorunu çözecek güç, siyaset kurumudur.
Diğer bir sorun, usul hükümlerinden kaynaklanıyor. Hakim usule uymak zorunda. Usule uyan hakimin kararı, hakkın yok olduğu anlamına gelmez. Usul hükümleri, hakimin geç karar vermesine neden olur. Adalet geciktikçe, toplum sistemden şikayetçi olmaya başlar. Bu gibi durumlarda yargı hakkında yanlış kanaat oluşması önlenemiyor.
Yargıda yaşanan sorunları ''adalet yok ve işlemiyor'' diye tanımlayanlar ''haksızlık üzerine oluşan toplumsal ahlakı'' göz ardı ediyor.